Yerden 90 metre yüksekte, Tokyo’da depremde
Bir süredir kuzey bölgesinden hafif ve orta şiddetinde sallanıyordu Japonya. Dün (10 Mart) öğle vakti, yakınlardaki bir binanın 4. katındaki bir lokantada misafirimi beklerken de büyükçe bir sarsıntı gelmişti. Deprem gerçeği bu ülkede yaşamın bir parçası olduğundan arada gelen sallantılarda paniklememeyi ögrenmiştik. Teknolojiye duyulan güvenden olsa gerek ben de dahil bir kısmımız aldırmıyordu bile. O kadar ki, gelen misafirime “görmeyeli kilo aldın galiba bak girdin binayı salladın” diye espiri bile yapmıştım. Gülüşmüştük.
11 Mart 2011 farklıydı. Farklı olduğunu da daha ilk saniyelerden hissetirdi.
Yavaş giden bir trenin içinde hissedilen türden bir sallantılar zinciri oluştu önce. Sarsıntılar gittikçe şiddetlendi ve bina sağa sola yalpalamaya başladı. Her geçen saniye ile depremin şiddeti artıyor, birbine vuran eşyaların çıkardığı seslere tek tük de olsa heyecan ve korku çığlıkları karışmaya başlıyordu. Bir ara hafifledi ve biz de rahat bir nefes aldık. Oysa geçici imiş. Deprem yeniden başladığında artık dalgalara yakalanmış bir geminin içinde gibiydik. Ya da dışardan gelen bir devin ayak seslerini duyabilen, sarsıntılarını hisseden masal çocukları gibi. Artık tek tük de değildi çığlıklar. Acil anonslar da yapılıyor, masaların altına girmemiz isteniyordu.
Bulunduğum bina 40 küsur katlı. Ben 30uncudayım. Dışarı bakıyorum ve gördüğüm sürreal bir film gibi. Tokyo şehrini ayaklarımızın altındaymış gibi gösteren büyük pencereler sanki renkli ve dev bir fotoğrafın çerçevesi olmuş da, birisi o çerçeveyi bir sağa bir sola sallıyormuş gibi. Yanımızda bizim bina ile aynı boyutlarda bir başka gökdelen var. Bu yükseklite bile görebiliyorum bir onlar gidiyor sağa bir biz gidiyoruz sola. En az 20 metre belki de daha fazla yalpalama var. Hani Istanbul’da boğaz seferi yapan vapurlar denizin dalgalı ya da çalkantılı olduğu zamanlarda iskeleye yaklaşırken nasıl görünür binalar; işte öyle. Ayağa kalkıp yürümek zor.
Bu seferki büyük. Gerçekten çok büyük diye düşünüyorum. Masanın altı ise çok küçük. Girilecek gibi değil. üstelik depremlerde kullanılması için her masaya konulan acil durum paketi benim masada yok. O paketin içinde kask da olması gerek. Tarihin en büyük depremi gelip vuruyor Tokyo’yu benim masada kask yok. Unutmuşlar koymayı. Ofisimiz 29 ve 30. katlarda ve ortadan bağlantı var. Merdiveni de tam yanımda. O heyecan içinde alt kata iniyor, kullanılmayan masaların birinden bir kask buluyor, pet şişeme su dolduruyor, vestiyerden paltomu alıyorum. Döndügümde yanımdaki mesai arkadaşım kendisinin de kaskının olmadığını söylüyor. O’nunkini de unutmuşlar. Hemen yeniden dönüp bir başka kask edinip veriyorum arkadaşıma. Bu arada artık sallantılar iyice artmış, insanlar korku içinde masa altlarına girmişler. Kemerimi çıkarıyorum gerekirse kendimi bir kirişe sabitleyebilmek, veya yardıma ihtiyacı olabilecek birine uzatabilmek için. Ve bekliyoruz…
Büyük deprem 3 dakika kadar sürdü. Sendai merkezli ve 8.9 şiddetinde imiş. Hemen bitmiyor bu depremler. Artçıları da var, ilk başlarda kuvvetli sonra gitgide zayıflayanlar. Telefonlar çalışmıyor. Anonslar yapılıyor binamız en yeni teknoloji ile yapılmıştır merak etmeyin ve paniklemeden bekleyin diye. Bizim masalara kask koymayı unuttuklarını söylemiyorlar tabii.
Ama ne paniklemeye ne de beklemeye niyetimiz var. Adrenalin vurmuş. Garip bir duygu bu. Görevine dönüyor herkes. Benim elim kesilmiş, hafiften kanıyor. Nerede oldu hatırlamıyorum. Umursamıyorum da. Hemen önümde oturan mesai arkadaşım bir yara bandı çıkarıp uzatıyor.
Bir haber ajansının Tokyo bürosunda çalışıyorum ben. Japon ve asya şirketleri üzerine analiz ve yorum yazdığımız bir köşemiz var. Piyasanın içinden geldiğimiz için uzman statüsündeyiz. Ama bu durumda herkes muhabir. Ilk şoku atlatanlar telefonlara sarılıyor. Hasar tespiti. Aslında, üç dakika önceden beri, deprem başladığında ve dalga dalga geldiğinde herkes bu olayı anlamaya çalışırken, biraz ötemdeki masada, önlerindeki ekrana sabitlenmiş gözleri ve titreyen elleri tüm dünyaya ilk mesajları geçiyorlardı editörler: “JAPONYADA BUYUK DEPREM” diye.
Telefon hatları kesik ama haber ajansı olduğumuz için acil tesis edilmiş hatlar var. Bu hatları kullanarak tüm şirketleri aramaya başlıyoruz. Bir yandan da ailelerimize ve yakınlarımızın başına bir şey gelmemiş olması için dua ederek. Bir süre sonra tek tük de olsa ulaşılıyor büyük fabrikasi olan şirketlere. Geçmiş olsun diyoruz. Nasıllar, can ve mal kaybı var mı? Depremin merkez üssü olan Sendai ve yakınlarında fabrika ve şubesi olanlara soruyoruz haber alabiliyorlar mı, hasar tespiti yapılabiliyormu diye. Aslında onlar da bilmiyorlar. Haberleşme kesilmiş, kimileri mahsur kalmış ama herkes olabilidiğince cevaplamaya çalışıyor sorularımızı. Tersleyen yok. Teyid edip hemen ararım diyenler var ve gerçekten de arıyorlar. Herkes olgunluk içinde acil durumlarda yapılması gerekenleri yapıyor. Endişe var, merak var, ama çaresizlik hissi veya bir teslim olmuşluk yok. Umutsuzluk da yok. Ulaşabildiğimiz yerler bize ellerinden gelince yardım etmeye çalışıyorlar.
Mesai arkadaşlarım yaşanılan travmayı çoktan atlatmışlar iş bölümü yapılmış. Herkes teyid edebildiklerini bir mesaj zinciri ile ana masaya geçiyor, oradan da tüm dünyaya gönderiliyor. Daha sonra tek tek ilettiğimiz bu haberler bir listede toplanıyor, önemliler ayıklanıyor ve yeniden geçiliyor. Bu haberler farlklı dillere çevriliyor, sonra gazete ve televizyonlara ve diger ajanslara servis ediliyor, sizlerin de çeşitli gazetelerden okuduğunuz bir örneğini aşağıda verdiğim hale geliyor:
http://www.hurriyet.com.tr/ekonet/17247356.asp?gid=373
Bir diğer grup da araçlara atlayıp Sendai’ye yollanıyorlar. Bir ara gözlerim ilerideki televizyon ekranına kayıyor. NHK de Sendai den Tsunami görüntüleri var, korkunç. Dev dalgalar yüzlerce evi, arabayı önüne katmış tarlalara kasabalara ilerliyor ve her şeyi yerle bir ediyor. Cosmo şirketinin rafinerisinden dev alevler yükseliyor. Sadece hasar tespiti yapmak yetmez, mal alamayacak, üretim yapamayacak şirketlerin normal faaliyetleri durunca bunun diğer sektörlere etkisi olacaktır. Sirketler hakkında bildiklerimizi ortaya döküyoruz, kim kiminle iş yapıyor, nasıl bir hasar konrolü var, hammade etkileri gibi detaylar.
Bir süre sonra, evi de arayabiliyorum. Suçluluk da duyarak çünkü el telefonum çalışmıyor, iş yerimdeki acil telfondan.
Daha sonra saat geceyarısına yaklaşırken, uzakta oturdukları evlerine dönemeyip şirkette sabahlayacak olanlara ve büroda nöbetçi kalanlara veda ederek merdivenlerden 30 kat aşağı iniyor ve kendimi gece yarısı soğuğunun içine atıyorum. Soğuk biraz hafiflemiş ama gene de keskin. Eve kadar 10 km var. Yollar tıklık tıklım ama kimse paniklemiyor veya taşkınlık yapmıyor. Herkes bir an önce evlerine ulaşabilme derdinde. Yaklaşik iki saat sonra sabaha karşı 1’30 da eve geliyorum. Karım ve oğlum iyiler, uyumuşlar. Elektrik, su ve gaz var. Allah’a şükür bizde veya yakınlarımıza bir zarar yok. Ama Sendai den kötü haberler gelmeye devam ediyor. Dualarım onlar için ve bizi koruyan tanrı için.
Artçı depremler sürüyor.
Yeniden gecms olsun 8 ay gecti goz acip kapayana kadar.
Bu arada daha onceden tanismissak eger, merhabalar, yok tanismamissak da tanismayi cok isterim deginmeden gecemeyecegim.
bu bloga da sans eseri denk geldim. gec olsa da ekledim kendi bloguma…