Son 4 yılda Türkiye çok değişti
Üye olmak için burayı tıklayın, yazılar doğrudan posta kutunuza gelsin (bilgileriniz gizli tutulur)
Geçen hafta Türkiye’de idim. Son 12 aydaki yedinci seyahatimdi. Bu 4 senede 30 kez gelip gitmiş olmalıyım. Toplam kaldığım süre bir yılı geçer.
2013 yılı başında ben abimi beklenmedik bir hastalık sonucu kaybetmenin getirdiği şaşkınlık ve yıkım ile boğuşuyordum. Ama memlekette herşey genelde pozitif, beklentiler olumluydu. İnsanlar mutluydu ve geleceğe güvenle bakabiliyorlardı. Türk şirketlerinin de kendine güveni tamdı. Japonlar Türkiye’ye gelebilmek için sıraya girmişlerdi.
Bütün bunlar üç yıl içinde baş döndürücü bir hızla değişti.
Bu gelişimde etraftaki satılık veya kiralık ev ilanları ile, park halindeki arabaların camlarına yapıştırılmış satılık araç ilanlarının çokluğu dikkatimi çekti. Böyle bir şeyi ilk defa görüyordum.
Ben bu yazıyı yazarken ev fiyatları düşüşe geçti diye haber çıktı Hürriyet’de. Demek gözlemlerim doğruymuş. Ayrıca Dünya gazetesi de denizyolu ile turist getiren kruvazörlerin 2017 rezervasyonlarının %80’i iptal edildi diye yazıyordu.
Türkiye’deki sinsi ekonomik kriz beklentisi henüz resmi istatistiklere yansımadı ama davranışlara yansımaya başlamış. Suriye savaşı, mülteci dramları, komşu ülkeler ile sürekli bir çatışma durumu ortalama vatandaşın psikolojisini derinden etkilemiş. Turizmde yaşanan daralma ve Rusya krizi de kalıcı bir karamsarlığın yerleşmesine yol açmış.
Bu gidişimde bir nokta daha takıldı gözlerime. Güvenliği sağlamak için devriye gezen polisler çok genç çocuklar. Pek çoğu 20’li yaşların başında belli.
Hepsi birer aslan parçası. Çakı gibiler. Üzerlerine giydikleri şerefli üniformayı taşımanın gururu gözlerinden, memleket aşkı yüzlerinden, vatandaş sevgisi konuştukları zaman seslerinden anlaşılıyor.
Umarım bu şevkli, cesur çocuklarımıza yeterli donanımı verip, eğitim ve tatbikatlarını yaptırdıktan sonra onları teröristlere dur demeleri için görevlendiriyoruzdur diye düşünmüştüm. Ne yazık ki üç gün önce Beşiktaş’da, bu kahramanların 30’u aşkın alçakça bir saldırı sonucu şehit oldu.
Global ekonomi iyi, tek sorunlu bölge Orta Doğu
Oysa dünya genelinde kötümser bir tablo yok. Suriye-Irak dışında rayından çıkmış bir bölge yok. Dün katıldığım “Müslüman toplumlarda sosyal inovasyon” konulu seminerde bir dinleyici, orta doğuyu dünyanın “en sorunlu bölgesi” olarak tanımladı. Yani, buralarda işiniz yoksa derdiniz de yok.
Uzmanlar 2016 yılı için global büyüme hızını %2.5 tahmin ediyor. 2017 yılı için genel bir toparlanma var. Büyüme tahmini %2.8. Yeni seçilen ABD başkanı Donald Trump’ın yerel ekonomiye ağırlık vereceği, altyapı yatırımlarını artıracağı beklentileri piyasalarda pozitif etki yarattı. Dolar güçleniyor. Petrol gibi Emtia fiyatları toparlanıyor. ABD hisse senetleri tarihi rekorlar kırıyor. Japonya da öyle.
Global bir ekonomik kriz olmadığı bir ortamda Japon para birimi değer kaybettikçe Japon şirketleri daha fazla ihracat yapar. Bu durumun getirdiği gerçekçi ve olumlu beklentiler var. Ayrıca Japonya turizmde çağ atladı, Türkiye’yi bile solladı. Milyonlarca Çinli ve Koreli akın akın buraya geliyor.

Kyoto’nun meşhur “Kinkaju-ji” tapınağı
Yıllardır üzerinde çalıştıkları “Kumarhane Yasası”nı da çıkardılar. Yapısal reformlar da yerine oturunca son 5 yılın çabaları sonuç verir. Asya’nın yeni parlayan yıldızı olabilirler.

Tokyo Istasyonu turistler için gözde mekan
Çin sağlıklı büyüme trendini koruyacak. Avrupa Birliği (AB) ise BREXIT denilen İngiltere’nin AB’den çıkması ile sonuçlanan referandum ertesindeki kaos ortamından kurtuluyor. AB’den çıkmak avrupa ile ilişkilerin sona erdirilmesi değil; ticaretin durması hiç değil. Zaten bu süreç zamana yayılacak, adapte olmak için uzun bir süre bulunacak. AB içinde potansiyel riskler tabi ki var, bu riskler dillendiriliyor da; ama o kadar, günlük hayata yansıyan bir durum yok.
Japon şirketlerinin global M&A’leri devam ediyor
Global ekonomi risklere karşın büyüdükçe kötü haberler eskisi kadar negatif etki yaratmıyor. Firmalar önünü görebiliyor, riskleri analiz edebiliyor. Bunların sonucu olarak da uluslararası şirket birleşmeleri (M&A) artıyor.
Mesela Japon bira ve meşrubat üreticisi Asahi, SABMiller’in Avrupa’daki bira markalarını 8 milyar ABD Doları’na satın aldı. Son 6 yılda Japon üreticiler (Asahi, Suntory, Kirin) M&A şirket satın almalarında yaklaşık 50 milyar ABD Doları harcadılar.

Japon şirketleri global M&A furyasında
Japon Telekom operatörü Softbak Ekim ayında Suudi Arabistan ile beraber, merkezi Londra’da olacak 100 milyar ABD Doları büyüklüğünde bir “Teknoloji Fonu” kuracağını açıklamıştı. Softbank CEO’su Masayoshi Son bu fonun yarısını, yani 50 milyar Dolar’ını ABD’de kullanacağını açıkladı. Hatırlarsanız kendisi Temmuz ayının başında 32 milyar ABD doları harcayarak ARM Holdings firmasını satın almıştı. Bunun için Marmaris’e gelmişti.
Asahi, Softbank, Kirin. Bu şirketlerin bir zamanlar Türkiye ile ilgilendiğini duymuştum.
Sorun yerel
Kısacası Türkiye’deki karamsar tablo batıdan veya doğudan kaynaklanan bir global krizin sonucu değil. Büyük bir kısmı içinde bulunduğumuz coğrafyanın sorunlarının yansıması, bir kısmı da bizim yarattığımız ve içinde kendimizi boğduğumuz şartların sonucu. Suriye sarmalı toplumu ve siyaseti yıprattı, güvenlik zaaflarımızı ortaya döktü. 15 Temmuz’da FETÖ tarafından girişilen kalkışma hem yüzlerce vatandaşımızı hunharca katletti, hem de 21.inci yüzyıl Türkiye’sinde böylesine çağdışı, ilkel ve vahşi bir teşebbüse cüret edilebileceğini göstererek özgüvenimizi yaraladı.
IŞİD ve PKK kaynaklı terör eylemleri ülkenin güvenlik riskini artırdığı için hem doğrudan gelen yabancı yatırımları kesildi, hem de önemli ve katma değeri yüksek bir gelir kaynağı olan turizm gelirleri düştü.
Bir de bunların üstüne AB ile ilişkilerin kesilmesi, Şanghay Beşlisi içine girmesi konusu ortaya geldi.
Türkiye, doğu ve batı arasında bir köprü konumunda olduğu için nasıl ki bu konumun barındırdığı riskleri göğüslüyorsa, getirdiği tüm ticari ve siyasi avantajları da araştıracak, kendi çıkarına kullanacak. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Sadece Şanghay Beşlisi’ni değil ASEAN’ı da araştıralım. Dünyanın ekonomik ağırlık merkezi Asya. Buradaki oluşumların parçası olmak için girişimlerimiz olsun.
Ancak, olanakları araştırırken memleketin tüm ekonomik ve siyası alt yapısını çökertecek maceralara girileceği algısı oluşmamalı. Avrupa Birliği ticaretimizin %60’ına yakın bölümünü gerçekleştirdiğimiz coğrafya. Posta idaresinden demiryollarına kurumsal ilişkilerimiz köklü, sağlam, ve tıkır tıkır işliyor. Japonlar Türkiye’ye AB ile bağlantı var diye geliyorlar, Rusya ile bağlantımız var diye gelmiyorlar. Rusya ve Çin zaten Japonya’nın komşuları. AB ,Türkiye’nin hukuk devleti olduğunun bir belgesi, garantisi.
Japonya’nın Çin ve Kore ile ciddi sorunları var. Çin ile savaşın eşiğine kadar geldi. Çin’de Japon firmalarının dükkanları yağmalandı, tahrip edildi. Ama ilişkiler kesilmedi. Aksine özellikle turizm alanında artarak devam etti.
Türkiye’nin ekonomisi dışa bağımlı ve kırılgan
Türkiye ekonomisi petrol, doğal gaz, cevher gibi hammaddeleri yurt dışından aldığı için sürekli döviz yaratmak zorundadır. Bu döviz araba, makina, gıda gibi mal ve ürünlerin yurt dışına satışı; bilgisayar yazılımı, bankacılık, turizm gibi hizmetlerin ihracatı ile ülkeye kazandırılır. İthalat ve ihracat arasındaki fark ya borçlanma ya da yabancıların ülkemizde yaptığı yatırımlar ile kapatılır.
Dış ticaretimizde hep açık veririz çünkü turizm dışında katma değeri yüksek sanayimiz yok. Mesela, Türkiye ürettiği makinanın kilosunu 6 Dolar’dan ihraç eder. Japonya ise 80-100 Dolar’dan yurtdışına satar. Aradaki bu büyük fark Japonların yıllar boyu AR-GE çalışmaları yaparak, ürünlerinin kalitesini artırarak geldikleri noktadır. Bu noktaya gelebildikleri için de tıpkı bizim gibi yurtdışına bağlı olmalarına karşın bizim kadar kırılgan bir ekonomik yapıları yok.
Biz de öyle olmak istiyoruz.
O noktaya gelebilmek için daha çok teknoloji transferi yapmalı, daha çok çalışmalı ve AR-GE yapmalı, daha çok kaliteye önem vermeliyiz.
Ve daha çok kaliteli Japon yatırımı çekebilmeliyiz. Ama sadece güvenlik ve terör değil, batıdan uzaklaşma algısı da Japonları kaçırır.