Bozcaada’dan başlayıp Asakusa’da biten bir hikaye

İçinde bulunduğumuz bu günlere karışıklık, belirsizlik ve karamsarlık hakim. Küçük yerel olaylar, büyük siyasi ve ekonomik gelişmeler, piyasalar, sosyal patlamalar. Ortam bunaltıyor.

Oysa Ağustos ayındayız. Yaz mevsimi. Aşk zamanı. Ruhun hafiflediği, gönlün kanatlandığı, herkesin kendince çılgın olduğu, asık suratların, endişelerin, kuralların dolaba kitlendiği,  hocaların tatile çıktığı vakit.

Bozcaada’nın meşhur Martı Restaurant’ını işleten eski bir dostumun Facebook’daki sayfalarına bir akşam üzeri fotoğrafı düştü. Dosyayı indirdim sizlerle paylaşıyorum.

Bir akşam üstü Bozcaada Martı Restaurant

“O An”ın dayanılmaz cazibesi

Bazı resimler sihirlidir. İzleyeni yakalar ve kendine bağlar, sakinleştirir ve dinlendirir. Bakmaya doyulmaz.

İşte bu da öyle bir fotoğraf.  Ne yazılacak yazı var, ne de çatılacak kaş. Yorum yok.

Uzaktan gelen kısık bir Ege şarkısının iskele ayaklarına veya sahildeki çakıl taşlarına usulca bırakılan minik dalgaların sesine karıştığı, nemli bir hava ile yüzü yalayan ılık bir meltem eşliğinde sıcak fısıltıların sarfedildiği bir ortam.

Kıyamet kopsa bilinmeyecek. Şuradaki  “o an” değişmeyecek. ‘Ada’lı olmanın özelliği bu. Dışarısı ile bağlantılar kesilip, dünyadan kopulunabilir. Tutukluluk gibi ortak bir kadere ekmek banıp sevinçler, kederler, rüyalar paylaşılabilir.

Ada, mekan ve zamanı kaynaştırır. Adalı izin vermez ise kontrol edilemeyen çevre olayları yönlendiremez onu. Çünkü zaten tutsaktır. Sınırları bellidir, çerçevesi çizilmiştir. Bu ortamı dayanılmaz kılmak da, doyumsuz yapmak da ada sakinlerine kalmıştır. İsterlerse her gün bir sevgilinin gözlerindeki tükenmez tutkuyu, bir martının kanatlarındaki özgürlüğe yaşarlar.

Issız adalarda seçenekler azdır, kararsız kalınmaz, yaşam basittir.

Asakusa- Bir Tokyo Klasiği

Bu duygular içinde geçen Cumartesi günü, mevsimin ruhuna da uygun olarak Asakusa’ya gittim. Büyük bir tapınağın çevresinde toplanan gösteri ve gurme mekanları ile İstanbul’un Direklerarası ve Sultanahmet bölgelerine benzer bir yer. Yeni çıkan teknolojik-elektronik ürünlerin boğazınıza kakıldığı, eve dönünce hiçbir işe yaramayacak tüketim maddelerini neden almanız gerektiğini bilimsel verilerle anlatan reklamların her an beyninize tecavüz ettiği bir şehirde 100 yıl öncesini yaşayan bir “ada” aynı zamanda.

Edo- Tokyo’nun eski adı- döneminde şehrin eğlence ve cazibe markezi, kabuki tiyatrolarının alem yerlerine, bitirim meyhanelerinin davetiyesiz girilemeyen restoranlarına karıştığı, değişik mekanların biraraya toplandığı bir mahalle.

Asakusa’nın bu denli civcivli olmasının ardında İmparatorluk merkezi (şimdiki finans merkezi) Otemaçi-Marunouçi’ye ne çok yakın ne de çok uzak olması; ticaret merkezleri Nihonbaşi ve Akihabara ile bilim-kültür merkezi Ueno’ya yakın olması da var. Tokyo’nun meşhur Ginza hattı Şibuya’da başlar Asakusa’da biter ortasında da Ankara’daki Bakanlıklar ile İstanbul’daki Maslak vardır dersem herhalde meramımı anlatmış olurum.  

Kaminari kapısından geçip eski Edo işportacılarının sokağına giriyoruz. İleride Kannon tapınağı

Zevk, eğlence, ve sefanın solunan havaya karıştığı bu bölgede heybetli “Kaminari-mon” (Yıldırım Kapısı) hemen farkedilir. Bu kapı Edo stili işporta dükkanlarının, fransız tipi kafelerin ve benzeri diğer ticari işletmelerin bugün de eski haline yakın muhafaza edildiği bir sokağa açılır. Bir ucunda dev bir tapınağın tüm haşmeti ve kalabalığı ile kendini gösterdiği, ayaküstü yemek ve içki içilen mekanları ve yılların değiştiremediği vitrinleri ile zamanın durduğu yerdir.

Coca Cola afişi otantik, ama alttaki Japanese-English ya da  “Japangrish” ilanı bilemem

Ünlü gezgin Mark Girouard “Eğer 1890ların Montmartre’sını hissetmek ,ve o günlerin nasıl olduğu hakkında bir fikir edinmek isterseniz Asakusa’ya gelmelisiniz” diye yazmıştır. İmparatorluğun dışa açılmaya başladığı Meiji Devrimlerinden sonra frenk kafelerinin sayıları hızla artmış ve yerel Japon kültürü ile bugün de yaşayan eşsiz bir sentez ortaya çıkarmıştır. Asakusa eskinin en son kalan temsilcisi olarak geçmişte yaşanan ve bugün görülen bir rüya gibidir.

Her derde deva tütsü

Kabuki tiyatrosu ile “Asakusa no Onna”

Sürekli canlı, cıvıl cıvıl, hiç durmayan bir yaşamın titreşimlerinin hissedildiği Asakusa’nın arka sokaklarında bir zamanlar her türlü ticaretin ve zanaatın yapıldığı söylenir. Burası aynı zamanda geleneksel Japon tiyatrosu olarak bilinen kabuki‘nin  merkezlerinden biridir. Ansızın karşınızda filmlerden fırlamış gibi giyinmiş bir “kabuki” sanatçısını bulabilirsiniz.

Yaklaşık 400 yıla yakın bir geçmişi olan Kabuki aristoklar arasında yaygın olan ‘Noh’ tiyatrosuna karşı avam sınıfının, ekonomik açıdan biraz palazlanmaya başlayınca geliştirdiği bir alternatif kültürdür.

1600’lı yılların başında Kyoto caddelerinde sadece kadınlar tarafından icra edilen bu sanat kısa sürede fahişelerin müşteri çekmek için  kendilerini

Bir kabuki girişi. Sadece erkekler oynuyor

gösterebildiği bir çeşit vitrine dönüşüp, “ahlak dışı” bir ticaretin merkezi olmuş. Bu nedenle de 1629 yılında kadınların kabuki oyunlarında rol alması yasaklanmış.

Ancak bu karar, zevk düşkünü halkın “temel içgüdü”lerini ve isteklerini daha da kamçılamış. Kabuki, kadınların yerine kadın rollerinde oyanamaya başlayan genç erkeklerin görücüye çıktığı bir çeşit ‘oğlan pazarına’ haline gelmiş. Sonuçta da 1652 yılında tamamen kapatılmalarına karar verilmiş.

Tiyatrolar yeniden faaliyete açıldıklarında fuhuşun engellenmesi için erkek ve kadın tüm rollerin yetişkin erkekler tarafından oynanması kuralı getirilmişti. Herhalde Japon milleti yetişkin ve kart erkeklere sulanacak kadar abaza ve zıvanadan çıkmış değildiler ki yetkililer bir kez daha kabukiyi yasaklama gereğini görmemişler. Oyunlarda sadece erkeklerin rol alma “geleneği” bugün de sürmektedir.

Kabukinin avam sınıfı ile iç içe olması ve “kötü” şöreti nedeni ile bu sanat ilk başlarda Edo’nun ücra ve kenar mahallelerine tecrit edilmiş. Çevresinde yüksek duvarlar yokmuş ama gene de Asakusa’ya giden herkesin aklının bir ucunda her çeşit zevki tatma arzusunun olduğu şüphe götürmez.

Tokyo’nun “avam zevkleri” ekseni çoktan Şinjuku, İkebukuro, Şibuya boylamına kaydı. Ayrıca artık bu sektörün yeni patronu Çinliler. Asakusa ise sınıf değiştirdi ve bir kültür, turizm ve eğlence merkezine dönüştü. Artık dar sokaklar arasında da, kafelerde de, sanat galerilerinde de bir aristokrasi havası hakim.

Gene de bu semtin geçmişindeki şöhreti yüzünden olsa gerek, sınıf atlamış yada sınıf atlama hayali ile yanıp tutuşan her Japon annenin kabusu, oğlunun bir “Asakusa no Onna” ile evlenmesidir. Günümüzde daha çok gizemli, güzel ve çekici anlamında bir tanımlama olan bu deyim, kullanana ve kullanım yerine göre Asakusa dilberi, Asakusa şıllığı, veya Asakusa şırfıntısı anlamına geliyor. Ağzı laf yapan, sözünü sakınmayan, cilveli ve tuttuğunu koparan bu kızlar arasından Tokyo’nun veya Japonya’nın iyi ailelerine gelin giden çok var. Zaten bugün artık sınıflar arası ekonomik ayrım yok denecek kadar az.

Ama geçmişin “kenar mahallesi” damgası hala yaşıyor sanki. Mesela Sumida nehrinin karşı yakasındaki Asahi Birası genel merkez binası Tokyo’daki çağdaş mimari örneklerinden biri. Çatısındaki dev obje halk arasında “Asakusa no ben” (Asakusa dışkısı) olarak anılıyor. Binaya da kabaca “unko biru” (dışkı binası) diyorlar. Resmi adı bu değil tabii ki ama halk arasında öyle yerleşmiş. Semtin ve Sumida nehrinin kültürel kökenlerine gönderme yapıyor herhalde.

Sağdaki bina Asahi Birası genel merkezi. Çatıdaki obje de Asakusa no ben(fotograf vikipedia’dan)

Çatıdaki obje sapsarı renkte olgunlaşmış ve köpüklenmiş bira mayasını temsil ediyormuş. Siyah bina da bardağı. Bana sorarlarsa (ki sormazlar) halk arasında yerleşmiş tanımı orjinal. Objenin dış görünüşüne ve fiziksel özelliklerine uyuyor. Tokyo’da farklı sınıfların birbirine belki de en yakınlaştıkları Asakusa’nın otantik yapısı ile de ahenk içinde. Sözde ve görünüşte var olmayan, ama bilinçaltına yerleştiği her bireyin her daim farkında olduğu “sınıfsal ayrılıkları” bundan daha çarpıcı, kaba ve asi bir yol ve biçimle anlatmak da mümkün olamazdı herhalde. Kimbilir belki de mimar bölgenin tarihsel gelişimini ve özelliklerini öğrenince kendince bir muziplik yapmak istemiştir.

“Unko biru” yanına gideni etkileyen bir bina

Yerel kültürün çiçek açtığı semt

Asakusa’yı sadece zevk-sefa-meyhane üçgenine indirgemek haksızlık olur. Bu mahalle zengin bir gurme, esnaf, ve küçük sanayii kültürünü de  bünyesinde barındırıyor. Herkes kendi yerini bildiği için sınıf farklılıkları sorun yaratmıyor Japonya’da. Sınıflararası ekonomik bağlılık toplumsal barışın önemli bir harcı. Ancak zevk ticareti bu beyanın kaplama alanına girmiyor. O yüzden bu “zanaat” a sanatsal bir açı yükleniyor kanımca kabuki veya geyşa gibi.

Bölgedeki gurme dükkanlarının arasında kuruluşu 350-400 yıl öncesine gidenler var. Ortalamayı bilmiyorum ama tarihin kiraya verildiği ve gösteriye sunulduğu Asakusa’da her işletmenin en azında 100 yıllık bir geçmişi olsa gerek diye düşünüyorum. Semtin bu bölümü kültürel açıdan Eminönü Mısır çarşısına benziyor.

En az 100 yıllık bir erişte restoranı. Amca dükkanın ön bögesinde vitrinde yufkaları açıyor

Bu köklü kuruluşlarda yemek yemek İngiltere Buckingham Sarayı’nda yemek yemek gibi bir duygu olsa gerek. Duvarlara ve elemanların tavırlarına sinmiş köklü bir tarihin nazik, mesafeli, bazen ezici ve tepeden bakan havası altında, içinde bulunulan ortamın faydalı, farklı, ve ayrıcalıklı bir tecrübe olduğuna inanılması gibi bir şey.

Pul biber satan bir baharatçıdan alış veriş yaptık. 400 yıldır hizmet veriyormus. Fotoğraftaki mekanik havan 120-150 yıl önce icat edilmiş bu işletmenin o zamanki sahibi tarafından. Makine mühendisi kuruyemişçi yani. Demir aksamın çerçevesi bambu ağacından yapılma dikkatinizi çekerim.

Mekanik havan

Asakusa tezgahlarında top kumaşlarda satılıyor. İyi malzemeden özenle yaptırılmış giysiler (kimonolar) her zaman insanları cezbetmiş. Bugün de yaz veya kış mutlaka geleneksel Japon giysileri diye bellediğimiz elbiselerle dolaşan pek çok kadın ve erkeğe rastlayabiliriz Tokyo sokaklarında.

Özellikle sıcak yaz akşamlarında dışarı atılan sandalyelerde bira içmenin zevkine de doyum olmaz. Bu meyhanelerin ve barların salaş görüntüsü sizi aldatmasın. Tanımadıklarını almayabilirler.  Davetiye gerekeni bile vardır.

Eskiye özlem ve tarih ile bugünün sentezi Asakusa semti etrafındaki taksicileri de etkilemiş. İstasyon etrafında bir zamanların Japonya’sında kullanılan ulaşım araçları ile bir Asakusa gezisi de yapılabilir.

Toyota’nın ilk modeli. Taksimetreyi nereye koymuş acaba?

Vur kendini gecelere Asakusa’da

Ağustos sıcaklarında belki de Tokyo’da gidilecek en iyi yerlerden biri Asakusa. Bir öğleden sonrayı küçük kafelerde içilen çaylar, yüzlerce yıllık dükkanlar, işportacılar arasında kaybolup, tarihin süzgeçinden geçip bugüne gelen bu otantik eğlence merkezini yakından tanımak, gecelerine akmak çok çazip. Hele bir de akşam üzerine doğru Sumida nehrini gezen teknelere atlayıp sıcak meltem ve nemli havayi içine çekerek rüyalara dalmak, eğer bir festival ya da kutlama varsa kalabalığa karışıp ayrı bir boyuta geçmek. Her nefeste gökyüzüne bir oktav daha yakınlaşıp ve sonunda kendinden geçip Nirvana’ya ulaşmak. Ve Bozcaada’yı hatırlamak.

Yorumlar

Yorum bırakın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s