Bir pazar yürüyüşünün yazdırdıkları
Üye olmak için burayı tıklayın, yazılar doğrudan posta kutunuza gelsin (kişisel bilgileriniz gizli tutulur)
*Son paragrafa yeni cümleler eklendi, bazı cümleler değiştirildi (2 Eylül, 2018)
Neredeyse 3 aydır Tokyo’da düzgün sabah yürüyüşü yapamamıştım. Hava çok sıcaktı. Ayrıca Haziran’dan bu yana sık sık Japonya içi ve dışı seyahatlerim oldu. Gel git, saat farkı falan derken düzen bozulmuştu. Bugün uzunca bir aradan sonra evin yakınındaki Haneda parkına gittim. Hava eskisi kadar sıcak değil. Hoş bir serinlik var. Ama nem oranı %85’lerde, biraz hareket edince yapış yapış oluyor vücut. Kasırga geliyormuş.
Mahalleli her zamanki gibi parka akmıştı. Saat sabahın altısı ama beyzbol sahasında iki takım oyuncuları yerlerini almışlar, ısınıyorlar. Tenis kortları dolmuş. Parkın çevresini dolaşan parkur yürüyen, koşan, köpeğini gezdirenlerle cıvıl cıvıl. Yeni anne olmuş genç bir kadın bebeğini askıya takmış gelmiş. Hem uyutuyor hem de spor yapıyor. 30 dakika sonra başlayacak sabah jimnastiğininin müdavimleri ise park meydanında toplanmaya başlamışlar. Çoğu emekli olan bu insanlar için sabah jimnastiği aynı zamanda bir sosyalleşme fırsatı. Saatin gelmesini beklerken tanıdık simalar buldukça selamlaşıp şakalaşıyorlar. Küçük guruplar halinde son günlerdeki havalar hakkında konuşanlar da var. Birazdan zil çalacak ve Japon radyo televizyon kurulu NHK’nin 1928’den beri yani tam 90 yıldır her sabah 06’30’da yayınladığı jimnastik programı başlayacak. Herkes sabah içtiması nizamına geçerek komutları bir bir yerine getirecek, ısınma ve esneme hareketlerini yapacaklar. Nasıl bir şey derseniz pdf dosyası için burayı, radyo yayını içise burayı tıklayın.
Ben yürüyüşüme devam ediyorum. Park etrafında bir tur 630 metre. Beş tur bitti. Beyzbol maçının ortalarına geldik bile. Topu fırlatan oyuncu falso verince karşı tarafın vurucusu ıskaladı ve küçük meşin yuvarlak rakip takımın kalecisi tarafından yakalandı. Oyunu izlemesem de topun eldivene gömüldüğü zaman çıkardığı sönümlenmiş boğuk sesi tanıyorum. Rakibin attığı topa beyzbol sopası ile vurabildiği zamanlarda ise metalik tiz bir ses çıkıyor. Hemen ardından da takımdaki oyuncuların zafer çığlıkları ve bir kaleden diğerine koşan arkadaşlarına bağrışları geliyor. 30 yıldır Japonya’dayım bir türlü sevemedim bu oyunu. Ama böyle seyretmesi veya duyması keyifli oluyor.
Park etrafında 10 turu 50 dakikada bitiriyorum. Sabah jimnasiği kalabalığı dağılmış ortalık yavaş yavaş tenhalaşmaya başlamış. Köpeklerini gezdirmeye getiren bir kaç kişi guruplaşmış sohbet ediyorlar. Beraberlerindeki hayvanlar da bu duruma alışmışlar belli aralarında oynaşıyorlar. Biraz ilerde iki kumarbaz yere çömelmiş, ellerindeki özel gazetelere bakarak bugünkü at yarışında neye bahis koyacaklarını tartışıyorlar. Bu matbuatın da yazarları var. Atların durumunu öğrenp tahmin yürütüyorlar, hatta tüyo veriyorlar. Günlük yazan çoğu donanımsız ekonomi yazarları gibi hiç bir işe yaramasalar da onları takip eden kumara müptela bir okuyucu kitleleri var. İki kafadar öğleye doğru Şinjuku semtine gidecekler ve ceplerindeki üç beş kuruşu bahis bürolarında seçtikleri atlara yatıracaklar. Ardından köprü altında ellerinde kuponları, umutlarını taze tutmaya çalışarak radyodan yarışları dinleyecekler. Kaybettikten sonra da “bir dahaki sefere” umutlarını taşıyarak sefil hayatlarına geri dönecekler.

iki kumarbaz tuvaletin önüne oturmuş at yarışı tahmini yapıyor
Dönüşte markete uğruyorum. Sabahın bu saatinde günlük mallar yeni gelmeye başlamış. Müşteri çok yok üç beş kişi. Onların da bir kısmı ucuzcu. Et-balık gibi çabuk bozulan malların son kullanma tarihi yaklaşınca marketler fiyatları %50, hatta daha fazla indiriyorlar. Ucuz mal avcısı bu müşteriler de ya akşam geç saatlerde ya da sabahları erken vakitte ürünün raftan çekilmesine yakın zamanda gelip düşük fiyattan ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Balık kalmamış dikkatimi çekiyor. Bir zamanlar su ürünleri cenneti Japonya artık balığa hasret. Yoğurt alıp çıkıyorum.
Eve döndüğümde hane halkı daha uyanmamış. Kahvaltılarını hazırlıyorum. Daha sonra çalışıp öğleden sonra bir gibi spor salonuna gideceğim. Hava durumuna göre o saatlerde şiddetli yağış bekleniyor. Gene de idman yaparım çünkü sık seyahatlerden son bir ayda kendime zaman ayıramadım. Tokyo’ya döneli bir kaç gün oldu. Rutinimi yerine oturtmaya çalışıyorum.
Günlük yemek ve aktivite düzenim araya seyatler girince kesintiye uğruyor. Yer değiştirdikçe zaman kavramı da değişiyor. Olmadık yerde açlık hissi, bir şeyler atıştırma isteği. Yediklerimi kontrol etmek zorlaşıyor işte. İdman yapamıyorum çünkü spor salonu bulmak her zaman mümkün değil. Türkiye’deki otellerin havalı “fitness center”leri çoğu zaman basık, penceresiz. Müessese 5 yıldız alabilsin diye kullanıcı düşünülmeden küçük odalara orantısız bir sürü alet tıkıştırılmış. Gelen giden de olmayınca insana şevk vermiyor.
Ama seyahatlerimde bol bol yürüdüm. Hatta Tokyo’da yürüdüğümden daha fazla yürüdüm. Varşova’da, Istanbul’da, Hong Kong’da, Kaş’da, Manila’da, Cunda’da. Hava daha kuru, mesafeler daha kolay, manzaralar daha güzel. Farklı şehirlere gidince sevimsiz otel odalarının, ve salonlarının sıradanlığına tercih ediyorum çevreye çıkmayı. Varşovayı sarmalayan Vistula nehri boyunca her gün 10 km yürüdüm. Kuzey şehirlerinde gün hiç bitmiyor. Sabah 3-4 gibi aydınlanmaya başalıyor ortalık. Mekan düzenli, yürümesi kolay, yokuş yok kadar. Nehirde kürek çekenler, bisiklete binenler, sabah ışıklarında mutluluklarını fotoğraflara sunan yeni evliler zamanı yavaşlatıyor. Bir dinginlik çöküyor. Bir başka mekanda bu kez Asya’da gökdelenlerin arasına sıkışmış asfalt sokaklarda, sayısız merdiveleri ve yokuşları çıkarken- ya da inerken- tropikal kuşların cıvıldamaları uzaktaki fırtınaların gürültüsü eşliğinde yürüdüm. Bir ege kasabasının denizi tepededen gören yolunda, bir yanımdaki zeytinliğin kokusunu içime çekerken diğer yanımdaki huzur dolu mavi tabloya karışarak yürüdüm. Bir orta doğu şehrinin Akdeniz kıyısında tarihin gölgeleri arasında yürüdüm. Bir başka zamanda bir Anadolu mekanındayken susadım, köy çeşmesinden su içtim, otlayan keçilerinin melemelerini dinledim, yüzümü dağa verdim yürümeye devam ettim. Onlarca, yüzlerce, binlerce kilometre yol yürüdüm. Farklı havaları soludum, başka başka insalara selamlar verdim, selamlar aldım. Aykırı şehirlerin kendi düzenleri bana düzensizlik geliyor ve oyalıyor. Zaman da öyle geçiyor.
Beni başka bir mekana taşıdın, sağol.