Japonya’nın kayıp çocukları
Üye olmak için burayı tıklayın, yazılar doğrudan posta kutunuza gelsin (bilgileriniz gizli tutulur). Günün fotoğrafçısı yazı sonunda.
Mary beni görünce “sana bir içecek borcum var” diye seslendi, ben de isterse şimdi ödeyebileceğini söyledim. Böylece oturduk sohbete başladık. “Biliyor musun böbrek yetmezliği vakalarında hızlı bir artış var” diye üzerinde çalıştığı son PR (halka ilişkiler) projesinden bahsetmeye başladı.
Son teknolojik gelişmelerden sonra bir kaç yıla kalmadan sürücüsüz araçlar piyasaya çıkacak ve trafik kazalarını tamamen engelleyebileceğiz. Ama bu gelişme böbrek nakli bekleyen hastalar için kötü haber çünkü bir kaza sonucu hayatını kaybedenler önemli bir organ bağış kaynağı. Yokohama’da bir grup doktor yapay böbrek araştırmasında çok yol kat etmişler ve ürünü piyasaya çıkarmak üzereymişler.
“İnsani bir trajedi ile karşı karşıyayız” diye heyecanla hikayesini sürdürüyor Mary. Sağ elinin avucunu yukarıya doğru açarak “bir yanda böbrek nakli için bekleyen hastaların sayısı hızla artarken” diyor ve hemen sol elinin avucunu yukarıya doğru döndürerek öne çıkarıyor ” öte yanda organ bağışlayabilecek havuz (yani trafik kazalarında ölen ama böbrek gibi önemli organları zarar görmemiş kurbanların sayısı) azalacak” diye devam ediyor.
Misafirimin beraber çalıştığı doktorların yapay böbrek projesi çok önemli bir ihtiyaca gelecekte cevap verecek nitelikte. PR yolu ile yatırımcı çekmeye çalışıyor herhalde.
Trafik kazaları ile organ bağışları arasındaki ilişkiyi yıllar önce de duymuştum. Yapay böbrek geliştirilmeli yoksa kriz kapıda. Birkaç gün önce bir televizyon programında görmüştüm, böbrek yetmezliği çeken hastaların sayısında ani bir artış var. Genç insanlar haftanın üç-dört günü diyaliz makinasına bağlanmak zorundalar. Sessiz bir kriz sinsi sinsi ilerliyor.
Mary bana Çin gibi ülkelerde sağlıklı insanların böbreklerini çaldıklarını anlatıyor. Düşüncelerim bir başka noktaya atlıyor. Dünyanın dengesi bozuldu. Yollara düşmüş milyonlarca mülteci var. Bu insanların hiç bir şeyleri yok satabilecekleri organlarından başka. Soğuk bir ürperti vücudumdan geçiyor.
Konuyu Japonya’daki yasadışı yabancılara getiriyorum. 1990’lu yılların başında 300.000 den fazlaymışlar. Toplam yabancıların %20’si. Mary “hiç bilmiyordum haberim yoktu” diyor. “Mars’da mı yaşıyordun kızım” diye düşünüyorum içimden, ama dışımdan ” o yıllarda Japonya’da değil miydin” diye soruyorum.
Bu illegal işçilerin hemen hepsi Japonların çalışmak istemediği “Üç K(3K)” diye sınıflandırdıkları işlerde çalışırdı: “Kitsui (zor), Kitanai (pis), ve “Kiken” yani “tehlikeli” işler. En fazla İranlı vardı diye hatırlıyorum. Sonra diğer Asya ülkelerinden gelenler; Filipinler, Çin; ve Brezilya. Sigortasız, güvencesiz, 4 kişilik odalarda 12-15 kişi kalırlar gayri insani koşullarda çalışırlardı. Japon polisi bilirdi ama sanayinin ihtiyacı vardı onun için ses çıkarmazdı. Bir de tarım kesiminde çalışanlar evlenecek kadın bulamıyorlardı ve bazıları Sri Lanka, Bangladeş gibi fakir ülkelerden gelin getirtiyorlardı diye duymuştum ama elimde rakam yok.
Sonra Japon ekonomisi durdu ve bu yüzbinlerce işçi sorun oldu. Japonya bir müddet sonra hepsini olmasa da çoğunu sınır dışı etti. Nasıl olsa hiç bir hakları yoktu. Bir gece ansızın toparlanıp yollandılar.
Ama bazılarının burada çocukları oldu, bazıları küçük yaştaki kızlarını, oğlanlarını buraya getirmişti. Bu çocuklar okudular çünkü Japonya’da çocukların hakları var. Japon eğitimi aldılar, her bakımdan Japon oldular ama ne kimlikleri var, ne de oturma izinleri. Bugün yetişkin çağa gelmiş yüzlerce belki de binlerce çocuk var böyle arafta gezen, gelecekleri ellerinden ne zaman alınacağı bilinmeyen.
Bunlardan iki tanesinin yaptığı bir basın toplantısına katılmıştım. Erkek olanı Filipinli, 19 yaşında doğma büyüme Japonyalı. Kız olanı 16 yaşında, İranlı, 2 yaşında gelmiş Japonya’ya. Avukatları bu çocukların isimlerini yazmamamı rica etti bunun için oğlana Danyal, kıza da Hülya diyelim. Takma isimler.
Japonya’da bugün 60.007 kişi yasadışı, vizeleri bitmiş ama hala burada kalmaya devam ediyorlar. Danyal ve Hülya’nın yasal durumu da bu. Danyal Japonya’da doğmuş, okula gitmiş, şimdi meslek okuluna devam ediyor ve 1.5 yıl sonra 20 yaşında hemşire olarak mezun olacak. Ama belki iş bulamayacak çünkü Danyal bir Aziz Nesin hikayesi gibi nüfus kağıdı yok, “yaşar ne yaşar ne yaşamaz”. Hülya’da öyle. Toplantıya lise üniforması ile gelmişti. Normal bir Japon genç kızı ama aslında hukuken ne var ne de yok.
Japonya’da vatandaşlık kan bağı ile. Yani burada doğmanız, büyümeniz yetmiyor. Anne veya babanızdan birisinin Japon olması gerek. Bu nedenle binlerce kişi vatandaş kabul edilmiyor. Danyal resmi olarak Filipinli, Hülya ise İranlı. Japonya vizeleri yıllar önce bitmiş. Okula gidiyorlar, normal hayatlarına devam ediyorlar ama her an sınır dışı edilebilirler.
Adını kendi dilinde yazmayan, Filipince konuşamayan Danyal kusursuz bir Japonca ile hayatını anlatıyor. Okulda geçirdiği yılları, babasının işten işe savrulmasını. Hasta geçirdikleri ilaçsız günleri sıralıyor.

Danyal (geçek ismi değil) 19 yaşında, meslek okuluna gidiyor
9 yaşında iken bir sabah ansızın polisler basmış evlerini. Alıp aileyi göçmen bürosuna götürmüşler. “Hiç bir şey anlamamıştım sadece ağlıyor, annemi babamı istiyordum. Sonra babamı gözlerimizin önünde kelepçeleyip götürdüler” diye devam ediyor. Bu hayat 10 yıldır böyle devam ediyor. Babası bir dönem iki sene nezarethanede kalmış. Danyal ve ailesi şimdi beraber ama 8 yıldır evlerine “sınırdışı edilme emri” geliyor. Her an polisler gelebilir ve kendilerini evsiz, yurtsuz bulabilirler.
Hülya, dünya tatlısı bir genç kız. İranlı bir anne ve babadan. Japonya’ya iki yaşında gelmiş. Babası sınır dışı edilmiş. Annesi bakıyor. Güvencesiz, düşük gelirli işlerde çalışarak biricik kızını büyütmüş bugüne kadar. Hülya da kusursuz bir Japonca ile anlatıyor hikayesini. Müslüman olduğu için işlerin daha da zor olduğundan bahsediyor. Terörist diye damgalanmaktan korkuyoruz diyor. Annem stresten ve çalışmaktan yoruldu hastalandı, meme kanseri olabilir diyorlar ama baktıramıyoruz diyor. Sigortaları olmadığı için hastaneye de gidemiyorlar aslında.
Hülya parasızlıktan sadece kendisine ilaç aldığını hatırlıyor annesinin soğuk algınlığı, ateş gibi basit hastalıklara yakalandığı zamanlar.
Danyal sadece Japonca konuşabiliyor ama Hülya’nın İngilizcesi de kusursuz. “Ben de diğer liseli arkadaşlarım gibi yurt dışına gitmek istiyorum ama yapamıyorum çünkü vizem yok” diyor. Danyal ve Hülya Japonya’da yasadışılar, ülkeden çıktıklarında geri giremeyecekler. Hapis gibiler. 8 yıldır sınırdışı emri ile yaşıyoruz. Yarınımız yok, bugünümüz yok hiç bir geleceğimiz yok, böyle mücadele ediyoruz diyorlar.

Hülya (gerçek ismi değil), İranlı, 16 yaşında
Japon hükümeti Danyal ve Hülya’nın ailesine siz ülkenize dönerseniz çocuklara özel oturma izni veririz demiş. Bu çocuklar ve aileleri beraber olmak istiyorlar. Herkes gibi bir aile olarak birarada yaşamak istiyorlar.
Hülya “annem hasta, bana bugüne kadar bakan, beni büyüten annemin yüzünü güldürmek, ona bakabilmek, onu rahat ettirmek istiyorum, bir çocuk olarak bu benim hakkım ama şu anda en basit işte bile yasal olarak çalışmamız yasak” anlamına gelen sözlerle kendini ifade ediyor.
Her iki genç de yaşıtları Japonlardan çok daha olgun, çok daha güzel kendini ifade edebilen insanlar. Ne çocukluklarını yaşayabilmişler ne de gençliklerini yaşayabiliyorlar.
Bir ay kadar önce Tokyo’daki restoranlardan birinde Türk gecesi düzenlenmişti. İnsanlar gelsin tanışsın diye. Ben bu seferkine gidemedim ama giden bir arkadaşım anlattı. Kürt kökenli bir vatandaşımız ile yan yana oturmuş. Genç bir kız. Yasal hakları, güvenceleri, sigortaları yokmuş. Hastaneye bile gidemiyorlarmış. Japonya’da tedavi masrafları yüksek sigortasız ödenecek gibi değil.
Bu kızcağız bir kaza geçirmiş hastaneye kaldırmışlar ve yüzünden ameliyat olması gerekmiş, hastane parayı peşin almış ameliyattan sonra da bir gün içinde sargılarıyla, yarası hala kanarken yollamışlar çünkü yatak masraflarını karşılayamamış. Bir de kağıt almışlar tedaviyi kendi isteği ile terketti bizim sorumluluğumuz yoktur diye.
Japonya’daki Kürt kökenli Türk vatandaşları ilk olarak 1990lı yıllarda Türkiye’de can güvenliğimiz yok diyerek geldiler. Türkiye’yi kötüleyerek buradaki statülerini tutmaya çalışıyorlar. Türk pasaportları var, oy da kullanabiliyorlar. Son seçimlerde Tokyo’daki büyükelçiliğimizin önündeki kavgaya da karıştılar. Bir grup vatandaş PYG bayrağı açarak başka bir grubu tahrik etmiş çıkan kavgada 600 kişi Türk-Kürt diye birbirine girmişti. Japonya tarihinde üç kere olmuş bir şey. Birincisini 90 yıl önce Çinliler çıkarmıştı. İkincisi Amerikan işgali esnasında 65 yıl önce Koreliler arasında çıktı. Üçüncüsü de 2015 yılında 21. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında oldu.
Dünyanın üçüncü büyük ekonomisi, gelişmiş teknolojilerinin merkezi Japonya göçmen işçi kabul etmeyecek. Mülteci de kabul etmez. Amerika’daki, Paris’deki, Avrupadaki olaylardan sonra göçmen vatandaşı yaşlanmakta olan nüfusuna yapısal bir çözüm olarak görmesi zor. Ama bu çocukların sorunu çözemez mi? Çözebilir, çözebilecek kaynakları yok mu? Var.
Bugüne kadar bir çözüm bulunamaması Japonya’nın kan bağına dayalı vatandaşlık kanunlarından dolayı. Yasal olsalar vatandaşlık hakları doğuyor. Bir kaç yıl yaşadıktan sonra Japon olabilirler. Bu işleme nötralizasyon deniyor. Ama halen yasadışı gözüktükleri için burada doğmalarına, yıllarca yaşamalarına karşın vatandaş olamıyorlar.
Arafta bir fotoğrafçı – Kuta Takashima
Bir ay kadar önce Shinujuku Nikon Plaza’da Kuta Takashima adlı fotoğrafçının “Zawatsuki” adlı sergisine gitmiştim. 1988 doğumlu bu fotoğrafçı melankolik gerçeklik içinde yüzerken hissettiği dayanılmaz hafifliği fotoğraflarına yansıtmış. Bugünkü yazının konusunda geçen insanları düşününce iyi bir tezat oluşturduğunu düşündüm ve koymaya karar verdim. Kuta Takashima’nın bir hayatı var kendini arıyor, Danyal ve Hülya’nın ise kendileri var hayatlarını arıyorlar.

Kuta Takashima

Fotograf: Kuta Takashima

Fotograf Kuta Takashima
Kuta Takashima’nın web sitesine burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz.