Yunanistan ve Japonya karşılaştırılır mı?
Tıklayın ve kayıt olun yazılar posta kutunuza gelsin(üyelik bilgileri gizli tutulur). Günün fotoğrafı yazının sonunda.
Yunanistan krizi Ekim 2009’da ucunu göstermeye başladı. Tesadüf eseri tam o sıralarda Japonya’da iktidar değişikliği olmuş, ülkeyi 60 yıldır yöneten Liberal Demokrat Parti (LDP) seçimlerde çoğunluğu bulamadığı için İkinci Dünya Savaşı sonrası ilk kez bir muhalefet partisi, Japon Demokrat Partisi (DPJ), iktidara gelmişti. DPJ’in genel başkanı ve Japonya’nın yeni başbakanı Yukio Hatoyama idi.
Çiçeği burnunda hükümet koltuğuna alışmaya çalışırken Ocak 2010’da Yunanistan’ın istatistik verileri ile oynadığı ortaya çıktı ve görünenden daha fazla borçlu olduğu anlaşıldı. Daha sonraları Avrupa Borç Krizi olarak anılacak olan kriz çıktı. .
Tüm dünya bu kriz ile çalkalanırken, Japon başbakanı Okinawa’daki askeri üslerin yeniden konuşlandırılması gibi konularda halka verdiği sözleri tutamadığı için sadece 8 aylık icraatın ardından Haziran 2010’da istifa etti. Yerine o sırada hükümette Maliye Bakanı olarak görev yapan “Naoto Kan” partinin genel başkanı seçildi ve başbakanlık görevini devir aldı.
Naoto Kan meclis kürsüsüne icranın başı olarak ilk çıkışında herhalde o güne kadar maliye bakanı olduğunundan olsa gerek kamu maliyesine değinen bir konuşma yaptı. Dünyayı sarsmakta olan Yunanistan borç krizine atıfta bulunarak bir an önce önlem alınmaz ise Japonya’nın da Yunanistan gibi batacağını ilan etti.
“Devletin borçları devasa boyutlardadır. Kamu maliyemiz gelişmiş ülkeler arasındaki en kötü durumda olandır” dediği konuşmasına şöyle devam etti, “Yunanistan krizi ile Avrupa’da ortaya çıkan karmaşadan anlıyoruz ki kamu borçları kontrolden çıkarsa iflas etme durumu olur. Tahvil basarak kamu maliyesini ayakta tutma politikamız sürdürülebilir değildir”.
Dünyanın üçüncü büyük ekonomisinde Maliye Bakanlığı da yapmış Japonya’nın yeni başbakanı, ilk resmi konuşmasında dünyanın en kötü ve küçük ekonomilerinden biri kabul edilen, verilerle oynayarak- yani yalan söyleyerek- herkesi aldatan Yunanistan ile Japonya’yı bir tutuyor, biz de onlar gibi iflas edebiliriz diyordu.
İnsanlar göreve geldikten sonra ilk konuşmalarında genellikle pozitif mesajlar verirler. Japon başbakanı ise “arkadaşlar ha Yunanistan ha Japonya durum farklı değil batıyoruz” deyivermişti.
Nedeni? Çünkü Yunanistan’ı krize yuvarlayan kamu borçlarının gayri safi milli hasılasına (GDP) olan oranı idi. Komşumuzda bu oran %130larda idi. Oysa Japonya’da durum daha da kötüydü. Kamu borçları GDP’nin iki katını (%200) geçmişti. Maliye açık veriyordu.
Başbakanın bu sözlerinden 9 ay sonra Mart 2011’de Japonya’nın kuzeyinde tarihin en büyük depremi oldu. Afet bölgesi 5 metre denizin altına çöktü, 9 şiddetindeki zelzelenin ardından oluşan dev dalgalar (tsunamiler) kıyı kasabalarını yuttu 15binden fazla insan öldü. Fukushima nükleer santralleri sular altında kalarak nükleer faciaya yol açtı.
Zaten borç içinde yüzen Japonya’nın bir de depremde tahrip olan yerleri yeniden inşa etmek için ilave borçlanma zorunluluğu ortaya çıktı.
Ağustos 2011’de başbakan Kan istifa etti. Yerine Yoshihiko Noda geçti. DPJ hala iktidarda idi ama iki yılda iki genel başkan değiştirmişti. Memleketi de kendisini de yönetemiyordu.
14 Mart 2012’de Asya Kalkınma Bankası Enstitüsü, Japon Maliye Bakanlığı, ve Politikalar Araştırma Enstitüsü Tokyo’da ortak bir konferans düzenlediler. Seminerin konusu “Avro Krizinden Makroekonomik ve Finansal İstikrarın Sağlanması için Çıkarılacak Dersler” idi. Yunanistan’ın AB’den çıkma olasılığı açık açık konuşulur olmuştu.
Açılış konuşmasından sonra kürsüye Maliye Bakanılığı üst düzey bürokratlarından Yasushi Kinoshita geldi. Boğazını temizledikten sonra sunumuna başladı.
Kısa bir girişin ardından Avrupa borç krizinden çıkarılacak en önemli dersin giderek kötüleşen bir kamu maliyesinin finans sektörü ve ekonomik büyüme üzerinde yaratacağı negatif etkiler olduğunu söyledi. Sonra da “Aslına bakarsanız, Japonya’nın mali durumu Yunanistan’ınkinden çok daha berbat bir durumdadır” dedi. Japon finans sisteminin mali şoklara AB’den daha duyarlı olduğunu eklemeyi de ihmal etmedi.
Bu sözlerin sahibi bürokrat açısında durum gayet doğaldı çünkü eski patronu ve eski başbakanı aynı şeyleri çok değil 10 ay önce meclis kürsüsünden söylemişti. Gene de söyledikleri bir skandal ve şok yarattı.
Japonya zaten deprem sonrası sıkıntı içindeydi. Yönetim zaafı vardı ama insanlar gayret edip toparlanmaya çalışıyorlardı. Bu beyanattan sonra borsa 2.5 ay içinde %15 çöktü endeks 8500 altına indi ki tarihinin ya ikinci ya da üçüncü kötü dip noktasıdır (şu anda 20.400).
6 ay sonra DPJ muhalefetteki LDP’nin erken seçim çağırılarını şartlı olarak kabul etti. Aralık 2012’de seçim oldu ve üç yılda üç başbakan değiştiren, aldığı kararlardan bir süre sonra geri adım atarak kaosa yol açan, solcu-devletçi politikalarını doğru dürüst pragmatik ve faydalı icraatlara dönüştüremeyen Japonya Demokrat Partisi sandıkta hezimete uğrayarak 308 milletvekilliğinin 251’ini kaybetti ve meclisteki sandalye sayısını 57’ye düşürdü.
Muhalefetteki LDP ise 175 sandalye kazanarak 294 milletvekili çıkarttı. Yeni Komeito Partisini yanına alarak hükümeti kurdu, Abe başbakan oldu, tüm ekonomik politikalar değişti, Japonya enflasyon ve büyüme yaratmak için deli gibi para basmaya başladı ve şimdilik başarılı da oldu.
Bu arada belirteyim “batıyoruz” diyen maliye bakanlığı bürokratı Abe başbakan olduktan sonra bir dönem Maliye Bakan Yardımcılığı yaptı.
Peki Japonya’nın “Yunanistan’dan daha kötü olan mali durumu” ne oldu?
Bir şey değişmedi. Japonya gayri safi milli hasılaya oransal olarak bakıldığında hala dünyanın en borçlu ülkesi. Bu durumun sürdürülebilir olmadığı konusunda bir konsensüs var.
Ama bazen veriler tek başına bir şey ifade etmiyor. Japonya’nın kamu borcunun %40’ın yakın kısmı merkez bankası tarafında alınmış durumda. Her ay 8 trilyon Yenlik bono alımı yapıyorlar ve bence borcun tamamını alacaklar.
Ayrıca Yunanistan krizini tetikleyen salt kamu borçları değil, aynı zamanda bu ülkenin büyük boyutlarda cari açığının olmasıydı. Yani hem borçluydu hem de dışarıdan finansman bulmak zorundaydı. Japonya ise cari fazla veriyordu.

Veriler IMF ve Dünya Bankası sitelerinden
Hükümete yakınlığı ile bilinen ve bir ara Japon Merkez Bankası başkanlığı için adı kulislerde dolaşan profesör Takatoshi Ito, Aralık2014’de Sasakawa Peace Foundation tarafından düzenlenen seminerde bir Italyan akademisyen ile arasında geçen bir diyalogdan bahsetmişti. Anlattığına göre İtalyan dostu Japonya’nın rekor düzeyde borçlu olmasına karşın İtalya veya diğer AB ülkelerine benzer bir kriz içine yuvarlanmamış olmasını garip bulmuştu. Hoca seminerde “Kusura bakmasınlar ama Japonya ile Italya bir değil” demişti.
Japonya’nın neyi farklı, nasıl farklı, bu durumu sürdürebilir mi yoksa krize mi yuvarlanır bunlara ayrı bir yazıda değinelim.
Ama şunu da belirteyim: Ben kendimi bildim bileli meşhur veya bilinmeyen tüm ekonomist ve finans uzmanları Japonya’nın batacağını ve çökeceğini söyler. Bu tahminlerin bazılarının gerçeklik payı var çünkü ülkenin demografik yapısı kötü, borcu aşırı, büyümesi sınırlı vs.
Başbakan Abe’nin kendi partisi içinde de bu konularda yüksek sesle konuşanlar, Abe karşıtı söylemlerini çeşitli platformlarda dile getirenler var. Geçen hafta Liberal Demokrat Parti’nin en kıdemli milletvekillerinden biri olan Seiichiro Murakami’nin bir toplantına gitmiştim. Abe’nin yarattığı anayasa krizini eleştirdikten sonra Japonya’yı bekleyen zor sorunlara dikkat çekti ve 2020 Olimpiyatları Japonya için sonun başlangıcı olabilir anlamına gelen bir analiz sundu.

Seiichiro Murakami konuşmasında veriler ile açıklama yaparken
Dikkat edilmesi gereken veri ise kimin ne kadar dayanma gücü olduğu. Finans krizleri tsunami gibidir, ortaya çıktıklarında dayanma gücünüz kaderinizi belirler.
Günün Fotoğrafı- Endüstriyel Renkler

Osaka’da bir dökümhanenin dışı
Bu fotoğraf Osaka’da çekildi. Şehrin, sanayi mahallesinde fabrikaların ve imalathanelerin yoğun olduğu semtinde. Japonya’nın bu kısmına henüz 21. yüzyıl gelmemiş gibi. Zaman 50 yıl önce bir yerlerde durmuş sanki.
Bu yapı demir işleme ve döküm atölyesi. Sabah önünden geçerken içerisini görmüştüm, karanlık ve sıhhatsız koşullarda işçiler çalışıyorlardı. İstanbul’da, Ankara’daki OSB’lerde üç beş kişilik ufak dökümhanelerde görmeye alışık olduğumuz bir manzara vardı. Akşam üzeri dönüş yolunda fotoğrafını çekmek için önüne geldiğimde kepenkler kapanmıştı. Ben de dış sathını fotoğraflayabildim.
Bu sokaklar gün içi, gün sonu bomboş. Sürekli depresif bir hava hakim. Mesela etrafta hiç restoran yok. Çalışanlar öğle paydosunda nerede ne yiyorlar diye sordum. Telefonla “bento” denilen kumanya veya beslenme çantaları sipariş edilebiliyormuş. Ucuzmuş, 350-400 Yen kadar (7TL). Buralarda kol ve dayanma gücü önemli olduğundan bol pilavlı karbohidrat ağırlıklı yemekler varmış.
Yorumlar