Tokyo Fotoğraf Müzesi muhteşem bir sergiyle yeniden kapılarını açtı
Tıklayın ve kayıt olun yazılar posta kutunuza gelsin(üyelik bilgileri gizli tutulur).
- Tokyo fotoğraf müzesi Hiroshi Sugimoto ile açılıyor
- Sıradışı bir fotoğraf sanatçısı Hiroshi Sugimoto dünyanın sonunu ve kıyamet gününü anlatıyor
- World Press Photo 2016 sergisindeki Suriye dramı ve Türk fotoğrafçılar
Tokyo’nun zengin ve gözde semtlerinden Ebisu mahallesi adını 130 yıl önce Sapporo firmasının inşa ettiği Yebisu bira fabrikasından alır. Bugün o tarihi yapı müze haline getirildi, etrafına da semtin havalı imajı ile uyumlu bir AVM-iş merkezi yapıldı. Bu mekanın fotoğraf tutkunları için ayrı bir önemi de vardır. Tarihi bira fabrikasının hemen yanında duvarlarına dev boyutlarda üç siyah-beyaz tablo baskının monte edildiği ve sonu Tokyo fotoğraf sanatı müzesine açılan geniş bir koridor bulunur. Sadece fotoğrafa adanmış ilk ve tek müzedir. Arşivinde Diane Arbus, Ansel Adams, Abbas, Elliott Erwitt, Mitch Epstein, Edward Weston, Paul Strand gibi fotoğrafçıların eserlerinin de yer aldığı 33.393 adet yapıt ve belgeyi barındırır. Bunların 21.671 tanesi klasik ve çağdaş Japon fotoğrafçılarına aittir. Yabancı sanatçıların 5.633 eseri vardır. Ayrıca 2.367 adet video ve film, 3.722 adet de belge bulunur. Müze her yıl yaklaşık 1000-1600 eser toplar ve sadece tanınmış veya meşhur olmuş fotoğrafçılara değil yeni ve gelecek vaat eden sanatçılara da yer verir.

Fotoğraf müzesine giden koridor-solda duvarda görünen Shoji Ueda’nın “My wife in dunes” başlıklı fotoğrafı. Arkada sadece ucu gözüken baskı Robert Capa’nın Normandiya Çıkartması fotoğrafı
İki yıllık aradan sonra muhteşem bİr aÇILIŞ
Tokyo fotoğraf müzesi 2014 Eylül’de restorasyona alınmıştı bu ayın başından itibaren yeniden açıldı. Yerel bir gazetenin haberine göre sergi alanları büyümüş, ışıklandırma ve klima düzenekleri değişmiş. Depolama tesisatı da yenilenmiş. Ayrıca “Tokyo Metropolitan Fotoğraf Müzesi” olan İngilizce adı Tokyo Fotoğraf Sanatı Müzesi’ne dönüşmüş.
Açılış için seçilen Hiroshi Sugimoto‘nun “Lost Human Genetic Archive (Yok olmuş insanlığın genetik kalıntıları)” sergisi iki kata yayılmış üç ayrı salonda 13 Kasım’a kadar gösterimde kalacak. Ayrıca “World Press Photo-2016 (2016 Yılı Dünya Basın Fotoğrafçıları)” sergisi de 23 Ekim’e kadar gezilebilir.
Müzenin yeniden açılışını ve aynı zamanda 20inci kuruluş yılını kutlama şerefine Hiroshi Sugimoto’yu seçmenin sembolik bir önemi var diye düşünüyorum. Küratörler (müze yöneticileri) fotoğraf bir sanat mı değil mi ikilemine, fotoğraf nedir sorusuna mesaj veriyorlar. Japon sanatçı klasik anlamda bir fotoğrafçı değil. Fotoğrafı bir iletişim aracı olarak kullanan bir sanatçı. Fotoğrafçı kişiliğinin ötesinde aynı zamanda bir filozof, bir mimar, bir usta, alim ve simyacı diye de görülüyor. Sanatın tarifini yeniden yazan kişi diye anılıyor.

Hiroshi Sugimoto – Müze Sergi Posteri
“Lost Human Genetic Archive” ilk olarak 2014 yılında Paris’deki Palaise de Tokyo’da sergilendi. Bir fotoğraf sergisi bile değil. Fotoğrafla beraber çoğu kalıntı haline gelmiş objelerin bir araya getirilmesi ile oluşmuş bir kurgu-gösteri. Benzetme basit olacak ama pazar yeri gezer gibi geziyorsunuz ve sanki tezgah üstündeki ürünlere bakıyorsunuz. Böyle 33 tezgah var. Her bir tezgahta bir meslek erbabı veya insan tiplemesi bize kendi bakış açısından dünyanın nasıl sona erdiğini anlatıyor. Böylece 33 noktada izleyiciye 33 adet dünyanın sonu sahnesi anlatılıyor. Romanın sonu, gazetecinin sonu, diktatörün sonu, arı yetiştiricisinin sonu, mimarın sonu vs. Her bir tezgahta Sugimoto el yazısı ile kıyamet gününün nasıl geldiğini anlatmış ve hepsine de Albert Camus’un meşhur Yabancı adlı romanının başlangıç cümlesinden ilham alarak şu aynı cümle ile başlamış:
‘Bugün dünya öldü, belki de dündü bilmiyorum’
Bu açıdan sergide baskın bir varoluşçuluk etkisi var. İnsanların dünyanın sonunun geldiğini gördüklerini ama müdahale edemediklerini veya etmediklerini göstermek istemiş sanatçı. İçinde bulundukları ortam dışındaki çevreye yabancı olmaları ve kendileri ile beraber tüm insanlığı ölüme götüren aşamaları görmeleri ama irade ve istem dışı geliştiğine inandıkları bu olaylara müdahale edememeleri veya etmemeleri durumu Albert Camus’ün romanındaki kahramanın durumu ile güçlü paraleller oluşturmuş.
Mesela Politikacı’nın gözünden dünyanın sonunu anlatırken şunları yazmış Sugimoto: “Kapitalist üretim metodlarının bir sonu olabileceğinden haberdardım ama politikacı olarak pembe gelecek göstermekten başka seçeneğim yoktu. Ekonominin kötüleştiği zamanlarda bolca para bastım, tahvil ihraç ederek sorunları erteledim geleceği tehlikeye attım. Sonra o kaçınılmaz gün geldi. Küresel hisse senedi ve tahvil piyasaları çöktü. Felaketin ben iş başındayken olabileceği aklıma gelmemişti. Yemin ederim ki sadece halkın iyiliğini düşünüyordum. İnsanlığı refaha erdirme hırsım sonumuzu getirdi. Keşke ben doğmadan ölseymişim.”

Vatandaşlara daha iyi bir gelecek vaat etmemeliydim- “Politikacı”, sergideki dergi kapaklarına Stalin, De-Gaulle gibi liderleri de koymuş
Sugimoto izleyiciye sadece kendi alanınızda sıkışıp kalmayın. Çok yönlü olun, farkında olun demek istiyor. Bu yaklaşım sanatçının fotoğrafa bakışında da görülüyor. “Lost Human Genetic Archive” sergisini gezerken sürekli “fotoğraf bunun neresinde?” sorusunu soruyorum. Sugimoto insanların fotoğrafçı, heykeltraş, kimyager diye sınıflandırılmasına karşı. Kendisini de fotoğrafçıdan ziyade çok yönlü bir çağdaş sanatçı olarak görüyor.
Serginin düzenlenme şeklinde bir aşinalık var. 33 noktanın her birinde sorumlu kişiler iyi niyet ve samimi duygularla çabalasalar da, yapabileceklerinin en iyisini yapmış, üzerine düşeni en mükemmel haliyle icra etmiş olsalar da dünyanın mahvolmasına engel olamadıkları bir durumu anlatıyorlar. Bir özeleştiri gibi. Bu tarz Ayn Rand’ın Atlas Shrugged (Atlas Silkindi) adlı romanında kullanılmıştı. İkinci bölüm yedinci kısımda “Kafaların Morotoryumu”nda, Kuyruklu Yıldız adlı trenin ölüme gidişi anlatılır. Toplumun iyiliği için mükemmellik yerine vasatlığı, liyakat yerine yandaşlığı, düzgün iş yerine baştan savmayı öne çıkaran komünist sistemlerinin çürümesi ve çöküşünün öykülendirildiği bu roman kapitalist felsefenin temel eserlerinden biridir. Sergiye bu perspektifle bakınca çürümüş bir sistemin ya da mükemmel bir sistemin içinde olmanın sonuca bir etki etmediğini, hangi anlayış olursa olsun sonunda mahvolacağımızı düşünmeden edemiyorum.
“Abandoned Theater (Terkedilmiş Sinema Salonları)” ve “Sea of Buddha (Budda Denizi)” serileri de ayrı salonlarda 13 Kasım 2016 tarihine kadar gösterimde olacak. Bu üç serginin ortak noktası Hiroshi Sugimoto’nun hayatı boyunca aradığı “nereden geldik nereye gidiyoruz, nasıl yok oluyoruz” sorusunu tema olarak işlemesi.
Terkedilmiş sinema salonları 8X10 format filmlerin, boş sinema salonlarında kurulan kameraya takılarak iki saat boyunca sürekli pozlanması ile yaratılmışlar. Parlak bir ışık kümesi haline gelmiş beyaz perde Sugimoto’nun felsefesinin bayrağı olmuş sanki.

Boston’daki Franklin Park sinema salonu. Akira Kurosawa’nın Rashomon filmi gösteriliyor. Kaynak- Japan Times sitesinden ekran kopyası olarak alındı
Budha Denizi sergisi ise Kyoto’daki Myohoin Tapınağında bulunan Heian dönemine ait 1000 adet Buda heykelinin sabah ışığında fotoğraflanmış görüntülerinin sergilendiği 9 büyük baskıdan oluşmuş. Sugimoto bu fotoğrafları çekme iznini almak için 7 yıl tapınak rahipleri ile yazışmış. Sonunda bir hafta boyunca 7 gün sabah fotoğrafları çekme iznini koparmış. Budha heykelcikleri birbirlerinin aynısı gibi görünseler de aslında hepsi farklı.

Budha Denizi

“Lost Human Genetic Archive” sergisinin giriş holü
Müze küratörü sergiyi tanıtırken girişteki panoya “İnsanlığın ortak sorunu haline gelen ama henüz çözüm bulamadığımız devasa sorunlar (politik, ekonomik, çevre felaketleri, hızlı yaşlanma vb) ile baş edebilmek için tarihi yeniden inceleyerek mevcut statükoyu daha geniş bir perspektiften ele almak gerekiyor” diye yazmış. Okuyunca bu arkadaşı bir kaç günlüğüne Suriye sınırına gönderelim de görsün hanyayı konyayı anlasın dünyanın ortak sorunlarını diye geçirdim içimden. Neden yalan söyleyeyim böyle iddialı ama boş lafları sevmiyorum. Hele hele nazik poposunu oturttuğu rahat koltuktan ahkam kesenlerden hiç hazzetmiyorum. Belki de boş cümlelerden etkilenecek yaşı çoktan geçtim.
Aslında küratörün Suriye’ye gitmesi de gerekmez. World Press Photo-2016 sergisi bodrum katında 23 Ekim’e kadar gösterimde olacak. Bu sergi Suriye ile başlıyor. Hiroshi Sugimoto’nun fotoğrafları ne kadar soyut ve varoluşçu ise, buradaki imgeler o kadar gerçek ve çarpıcı. Suratımda tokat gibi patlıyor. Beraberimdeki misafirim duvarlara asılmış panolarda vitrine çıkarılan trajedilerin keskinliğine dayanamayıp fenalaşıyor ve sergiyi terkediyor. Ben insanlığın yaşadığı bu dramın objektiflere takılan enstantanelerinde kafamdaki sorulara cevap arıyorum.

World Press Photo büyük ödülleri- insanlığın dramı birilerinin ödülü- sağ üst fotoğrafta kanlar içinde küçük çocuk ve çaresiz babası
Bu sergide çoğunlukla kan, gözyaşı, felaket, çaresizlik, ölüm ve sefalet var. Bunlar para getiriyor biliyoruz. Evet bunları çeken gazeteciler işlerini yapıyorlar, kamuoyunda farkındalık sağlıyoruz diye bu işi ve aldıkları ödülleri meşrulaştırıyorlar ama bir yandan da bu vahşeti allayıp pullayıp bir tüketim ve süs malzemesi haline getiriyorlar ve sıradanlaştırıyorlar. Böylece bu trajediler kanıksanıyor. Suriye’de bir hastanede çaresizce küçük oğlunun kanlar içindeki cansız vücudunu tutan babanın dramı binlerce kilometre uzakta Japonya’nın başkentinde ortalama gayri safi milli hasılası 40,000 dolar olan iyi giyimli beyefendi ve şıkır şıkır hanımefendilerin akşam içki masasındaki çerez muhabbeti olunca farkındalık mı yaratılıyor?
Ben bu iki yüzlülüğü anlıyorum ama kabul etmiyorum. Hiç etmedim hiç bir zaman da etmeyeceğim. Biz bu sergiyi para vererek gezdik. Eğer bu paralar bir şekilde savaştan mağdur olanların yararına kullanılıyorsa sözlerimi geri alırım.
World Press Photo 2016’da bir de Türk fotoğrafçı var. AFP muhabiri Bülent Kılıç. İstanbul’daki gösterilerde çektiği bir fotoğraf geçen sene birincilik ödülünü almıştı, bir diğeri de üçüncü olmuştu. Bu yıl da başarısını tekrarlamış Suriye’den gelen sığınmacı fotoğrafları 3cülük ödülü almış.
Türk fotoğrafı için iyi bir şey. Ama Bülent Kılıç’ın sergindeki fotoğrafları sığınmacıları coplayan, su püskürterek saldıran Türk kolluk kuvvetleri olmuş. Fotoğrafın açıklaması da öyle yazılmış. Bu ise hem üzücü hem de yanlış. Ya biz Suriye’den gelenlere kapımızı açmadık mı? Neredeyse 3 milyon erkek, kadın, çocuk, yaşlı bize gelmedi mi? Ben kendi arkadaşlarımdan biliyorum arsalarda kış günlerinde açıka yatan Suriye’lilere battaniye ve yemek götürenler var. Yani bütün bunlardan sonra dünyada biz sığınmacılara tazyikli su ile saldıran taraf olarak mı görülmeliydik? Bu ne biçim bir ahlak anlayışıdır? Yoksa biz mi herşeyi yanlış biliyoruz? Biz yanlış bilmiyor isek bu nasıl bir çürümedir?
Benim bu sözlerime bu fotograflar çekilmese kimse bu insanların dramını bilmeyecek şeklinde cevap veriliyor. Bir arkadaşım var, Filipinler, Tayland gibi ülkelerde küçük kız çocukları ile para karşılığı seks yapar. Bir gün sordum bu iş senin hiç vicdanını rahatsız etmiyor mu diye. Yemek yiyecek paraları yok, geçimlerini sağlamalarına katkıda bulunuyorum onlara yardım ediyorum demişti. Bu mantık ne kadar sağlıklı ise yukardaki savunma da o kadar normal. Sorun bu insanların yaptıklarını nasıl meşru göstermelerinde değil, içinde bulundukları duruma ve çevreye ne kadar “yabancı” düştüklerinde.
Sanatçının görevi de bu çelişkileri ve soruları yüzümüze vurmak. Aynı binanın üç kat yukarısındaki sergide Hiroshi Sugimoto dünyanın sonuna gazetecinin gözünden de bakmış ve şöyle diyerek aslında tam da bu duruma uyan bir şey yazmış:
Dünya bugün öldü, belki de dündü. Bilmiyorum. Benim toplumu kirli ilişkilerden arıtma gibi bir misyonum var. Çürümüş politikacıları hiç affetmem. Zaten güçlü bir siyasetçinin bir çocuğa cinsel tacizini, başkanlık makamındaki zina olaylarını, ve bir dizi rüşvet ve yolsuzluk vakalarını ortaya çıkararak ün yaptım. Siyasi seks skandalları çok ses getirir ve satışlar için iyidir. Ama zamanla siyasetin ne kadar gayri insani duygularla icra edildiğini farketmeye başladım, ve gerçekten liyakat sahibi insanların bu işe bulaşmaktan çekindiklerini gördüm. Toplum budanmıştı ve adalet yerini bulmuyordu. Ne kadar yanılmışım. Kanun dışılığı düzeltebileceğimi sandım. Yasalar insanların hatalarını ört-bas etmek için kullandığı ve sadece sınıflar arası servet aktarımı düzenleyen bir araca dönüşmüştü “
Suriye sınırında yapılan iyiliklerin gazete sattırmadığı için sergilenecek yer bulamaması veya ödül alamaması ne kadar adaletsiz bir durumsa, kanlar içindeki bir çocuğun cansız vücudunun biblo gibi sergilenmesi de o kadar bizi sona yaklaştıran bir durumdur. Son bazıları için fiziksel gelir (Akbaba ve küçük kız” adlı fotoğrafı ile Plutzer ödülünü alan Kevin Carter çektiği fotoğrafın ağırlığına dayanamayıp intihar etmişti), ama çoğumuz için çürümenin farkına bile varamayız.
Eğer Tokyo’da olursanız bu sergileri mutlaka gezmenizi öneririm. Tokyo Fotograf Sanatı Müzesi, Yebisu Garden Place içinde. Sugimoto sergisi 16 Kasım’a, World Press Photo 2016 sergisi 23 Ekim’e kadar açık kalacak.

Hiroshi Sugimoto’nun “Marmara”‘sı (1992)
Erol bu yazın mükemmel, sadece mükemmel. Gerçekleri keşke benim de senin gibi yazabilme yeteneğim olsaydı. Çok teşekkürler. Asim.