Türkiye aşığı bir Japon fotoğrafçı : Sohei Yasui
Tıklayın yazılar posta kutunuza gelsin(üyelik bilgileri gizli tutulur).
Hafta sonu planlarımı yaparken bazı galeri programlarını da kontrol ettim. Geçen Cumartesi gittiğim Shinjuku Konica-Minolta Plaza salonlarında dünden itibaren yeni sergiler başlıyordu. Kim ne tip gösteriler tasarlamış kısaca sanatçılar hakkında yazılanları okurken bir tanesi dikkatimi çekti. Aşina olduğum insan tiplerinin fotoğraflandığı serginin konu başlığı “Belirsiz Daire- Roma köyünün Günlüğü” idi.

Serginin tanıtımı
Tanıtım yazısında anlattığına göre sanatçı 2009 yılında gazetecilik yüksek öğrenimi almak için 4 yıllığına Rusya’ya gitmiş. Oradayken yaşadığı kentin Romalı cemaatini sık sık ziyaret etmiş ve bir süre sonra kendini düzenli olarak bu insanlara uğrar bulmuş. Sergi, çoğunluğunu yakın iletişim kurmayı başardığı 2-3 ailenin bu dört yılda çekilen fotoğraflarından oluşuyordu.
Yazıda anlatılan “Romalı” insanların aslında Türkiye’deki Romanların Rusya’daki akrabaları olduğunu tahmin ettim ve içimde bu galeriyi gidip görmek isteği oluştu. Gittim ve tahminimde yanılmadığımı gördüm. Yaklaşık 35 fotoğrafın yer aldığı güzel düzenlenmiş bir sergiydi ve bu genç sanatçı şaşırtıcı bir gerçeklik ve samimilikle Romanların günlük yaşamlarını kaydetmişti.
Dört yıla yayılan süre boyunca sık sık gitmenin verdiği derinlik olmalıydı bu. Mesela sergideki fotoğraflar galeri tipi çerçevelenmişti ama aralara bir roman evinde bulunabilecek tür çerçeveler içinde gene bir roman ailesinin koyacağı şekilde derlenmiş fotoğraflar da serpiştirilmişti. Bazı fotoğraflardaki yüz ifadeleri ancak tanınan ve güvenilen bir aile yakınına verilen türden pozlardan oluşuyordu.
Girişteki yazıda özetlediğine göre Romanlar ile samimiyet inşa edilmeye başlayınca artık eskisi gibi fotoğraf çekemez olmuş. “Romanlar fotoğraf çektirme işini çok ciddiye almaya başladılar, pozlarını düzenlemeye, kendilerince seçtikleri şeylerin onun bunun fotoğrafını çekmemi istemeye başladılar. Galiba bu işi artık bir kayıt altına alma olayı olarak değil de kendilerince benim için oynadıkları bir kurgu (fiction) düzeyine çektiler” diye not düşmüş.

Fotoğraflardan bir kesit
Sergi sonunda sanatçı ile konuşma fırsatı yakalıyorum. Türk olduğumu söyleyince gözleri ışıldadı. Rusya’daki Üniversitedeki en yakın arkadaşım Türktü dedi. Türkiye’ye gitmiş. Sergideki “Romalılar” dedim, ben sözümü bitirmeden Türkçe “çingene” deyiverdi. Lafı ağzıma tıkamıştı. Türkiye’de bu sözcüğün artık kullanılmadığını bilmiyordu. Son yıllarda etnik ve azınlık kültürlerinin hassasiyetlerine duyarlı olma konusunda çok yol katettik. “Roman” diyoruz diye düzelttim.
Muhabbet ilerledikçe Ankara’yı çok sevdiğini öğreniyor ve doğal olarak hayret ediyorum. Ankara güzel şehirdir. Bozkır bambaşkadır. Ama Japonlar tarafından “çok sevilen” bir yer olduğunu bugüne kadar duymamıştım.
İstanbul’da doğup Ankara’da büyüdüğümü söylüyorum. Zaten sergisine gitmekle sevindirmiştim. Şimdi daha da mutlu oldu. Merak ediyorum neresini beğeniyor Ankara’nın diye. İstanbul’a göre çok daha küçük, evet yeşili var ama… Ben böyle konuşurken tezgah altından bir defter çıkarıyor. Beyaz sayfalara özenle yerleştirilmiş küçük fotoğraflar var. Yeni bir kitap taslağı olduğu besbelli. Fotoğrafla tanıdık. Ankara üzerine. Anıtkabir, Ankara Kalesi, şehir içinden enstantaneler.

Soldaki Anıt kabir gezisi. “Baran” diye not düşmüş resimdeki çocuğa
Ağzım açık kalıyor. Hoş bir tebessüm yayılıyor yüzüme. Bazı fotoğraflar var ki 1980lerden. Bir lise bahçesinde çekilmiş fotoğraf. Kendisi 1983 doğumlu. Oğlum sen reankarnasyona mı girdin, önceki yaşamında Ankara’lı mıydın? Ne iş diye soruyorum. Arkadaşlarının aile albümünden almış. Kitabı için toplamış.

Bu fotolar Ankara’da bir lisede çekilmiş. Tanıyanınız var mı?
İstanbullu arkadaşları Ankara’yı küçük buluyormuş ama Ankaralılar kendi şehirlerini çok seviyorlar diyor. En çok nerelere giderdin diye sordum, Gar ve çevresinden, eski bakanlıklar, DPT binası, lojmanlar, başladı saymaya. Sonra gene eli tezgah altına gitti. Bir çekmecesi var orada içinden yüzlerce 10cmX10cm ebatlarında Ankara fotoğrafları çıktı önüme saçıldı.
Bir zaman tüneline girmiş gibiyim. Bazıları çok yeni geçen sene gittiğinde kendisi çekmiş. Bazıları toplama 1980ler 90lar. Eski Ankara Fotoğrafları geçit töreni gibi. Lojmanlar, binalar, apartmanlar. Karayolları Genel Müdürlüğü binası, herhalde güzel ve çekici buldu.

Gene kitap taslağından bir parça. Sağdaki bir kebapçı imiş içinde kukla oynatılıyormuş.
Sözü Romanlara getiriyorum tekrardan. Türkiye’deki Romanlar ile Rusya’dakiler arasındaki farkı soruyorum. Rusya’da Tataristan’da imiş bulunduğu yer. Yerel halk Müslüman, Romanlar Hıristiyandı. Türk Romanlar Müslüman diyor.
Türkiye’de Millet Meclisinde Roman milletvekili olduğunu söylüyorum. Şaşırıyor. Tataristan’daki Romanlar ile yerel halk arasında hiç iletişim yoktu. Romanlar iş de bulamıyordu diye ekliyor. Çoğu dilencilik yapardı diyor. Yakın zamanda galiba Üzbekistan’dan, ve Orta Asya’dan Roman boyları gelmiş. Onlar da Müslüman ama kültürleri adetleri farklı dilleri de farklı. Tatar Romanları ile Rusça konuşurlardı ama pek anlaşamıyorlar diyor.
Peki senin aran nasıldı diye soruyorum. Bu kadar sık gittin herkesle iyi mi geçindin? Öyle değilmiş. Beni kabul etmeyenler, rahatsız olanlar, sorun yapanlar oldu diyor. Aramızın çok iyi olduğu iki üç aile vardı. Onlar fotoğraf çekmeme de gelmeme de izin verirlerdi ama diğerleri ile kavga çıktığı da oldu, bu yüzden bazen aylarca gitmedim diyor.
Romanları öğrenciyken okurduk, bilirdik ama ilk defa Rusya’da gördüm diyor. Şaşırmış ve etkilenmiş. Fakirlik, yaşam şartları, soğuk… Kışın çok soğuk olurdu, -20, -30 derece olurdu diyor. Sözcükler kilitleniyor. Fotoğraflarında gördüğüm Roman mahallesi derme çatma gecekondu bile denmeyecek evlerden oluşuyor. Bana söylemediği bazı trajedilere şahit oldu, travma yaşadı belki diye düşünüyorum.

Shoei Yasui, fotoğrafları ile beraber
Türkiye’den konu açılıyor. Ankara’yı o kadar övdükten sonra İstanbul çok güzel bir şehir diyor ve yeni nesil genç Türk fotoğrafçılar arasında “muhteşem sanatçılar” var diyor. Muhteşem derken sesinde samimi bir hayranlık vurgusu var. Biraz Türkiye’deki sanat ortamından konuşuyoruz. Resim, seramik, fotoğraf, Istiklal Caddesi, karşımdaki adam hem Türkiye’yi çok iyi biliyor hem de katıksız tam bir Türkiye aşığı.
“Peki Japon fotoğrafçıları?” diye soruyorum. Onlar da çok iyi değil mi? Ayrıca Japonya fotoğraf makinası teknolojisinde de ileri. “Doğru, iyi şirketler var iyi fotoğrafçılar var ama” diyor fakat arkası hemen gelmiyor, yüzü düşünceli bir hal alıyor, “hikaye, bir hikaye yok” diyor. Bunun üzerine ben ekliyorum “felsefe mi demek istedin, felsefik açıdan mı zayıflar” diye soruyorum. Evet diyor. Fotoğraf çok ama felsefik dayanağı yok demek istedi her halde.
Yavaş yavaş benim gitmem gerek. “Belki Türkiye’de bir sergi açarsın” diyorum gözleri ışıldıyor, “keşke olsa çok isterim” diyor. Ne zaman gidiyorsun tekrardan diye soruyorum, gelecek sene yazın gideceğim diyor. “Yaz tatili” diye de ekliyor. Karadeniz’e gitmek istiyormuş.

Sergi çıkışı
Sohei’nin sergisi 14 Temmuz’a kadar devam edecek. Web sitesi http://www.soheiyasui.com