Türkiye’de içki içilir mi?

Tıklayın yazılar posta kutunuza gelsin(üyelik bilgileri gizli tutulur)

Türkiye’ye yatırım yapmayı düşünen bir firmanın iki yöneticisi ile toplantıdayım. Biri şirketin genel müdürü. İki üç lafın bitiminde dönüşümlü olarak neredeyse hep aynı soruyu soruyorlar. Türkiye’de içki serbest mi, sokaklar emin mi, et yenir mi? Sürekli aynı cevapları veriyorum ama bir türlü tatmin olmuyorlar.  “İçki içerken yakalanırsanız bir kuleye çıkarıp aşağı atarlar” desem inanacaklar. Belli etmiyorlar ama %97si Müslüman bir ülke olarak kafalarında öylesine bozuk bir imaj oluşmuş.

Oysa Rusya’da varlar, Kenya’da varlar, Endonezya’da varlar, Vietnam’da varlar, Çin’de varlar, Tayland’da varlar, Kore’de varlar, Avusturalya’da varlar, Hawai’de varlar, ABD’de varlar. Afrika’da büyümek, balkanlarda yükselmek, orta Asya’da at koşturmak istiyorlar. Türkiye’de bu nedenle girilecek ülkeler listesinde. Çoktan gelmiş olmalıydılar aslında.

CEO sıcak kanlı ve tez canlı. Aynı zamanda “genki”, yani atak ve cevval. Şirketinin satışları 700 milyon doları sollamış morali iyi. Enerjisini hissettiriyor.

Türkiye emniyetli mi sorusunun cümle yapısını değiştirip tekrardan soruyor:

“Buradan göndereceğimiz elemanların can güvenliği tehlikede olur mu?”

Memleketin imajı ne zaman bu kadar geriledi diye düşünüyorum. Sokakta insanların yürüyemediği, haydutların sağa sola rastgele silahla ateş açtığı, büyük küçük tüm şehir ve beldelerinde eşkiyanın kol gezdiği kanunsuz bir yer sanki.

Son 6 ayın ürünü bunlar. Önce IŞİD iki Japon’un kafasını kıtır kıtır kesti, sonra Paris’de Charlie Hebo katliamı, Tunus’da müze saldırısı, hepsi Islam adına. Ardından Sultanahmet’de canlı bomba, Taksim’de karşıt mafya guruplarının silahlı çatışmasının yarattığı algı bu.

Dışarıda yağmur yeni yağamaya başlamış. Hava kasvetli ama içeride toplantı odasına şu muhabbet olmasa aslında neşeli bir ortam hakim.

Masanın üzerine dirseklerimi koyarak öne eğiliyorum, “bakın” diyorum, “ben size kimsenin can güvenliğini garanti edemem, ama şunu söyleyebilirim: Ben Nisan 2014 ile Mart 2015 arasındaki 12 ayda 10 kez gidip geldim Türkiye’ye. Bunların 6 veya 7 tanesinde müşterilerimle beraberdim. Toplam 3 aydan fazla kaldım. Bir sürü yer gezdik, araba kiraladık, dağa taşa yol vurduk hiç bir şey olmadı. Avrupa’nın pek çok yerinden daha emindir bana sorarsanız.”

Tepki olumlu, aslında adamlar sadece kendilerine “merak etmeyin” denmesin istiyorlar. Somut örnek, analiz duymak, tecrübe ile desteklenmiş emsal görmek istiyorlar. “Yaparız ederiz” türünden boş laflar aksi tesir yapıyor.

“Beraberimde gelenler mühendisler, yöneticiler, fabrika müdürleri. Çoğu kez tek başlarına dolaştılar, bir tanesi amatör maraton koşucusuydu, sabahın 5inde Istanbul’un izbe yerlerinde, Ankara’da çıktı tek başına 10-15 kilometre tur attı geldi, bir şey olmadı.”

Söylediklerim etkisini gösteriyor. Rahatlıyorlar. Aslında bahsettiğim jogging tutkunu Zeytinburnu’nda koşup da 1 saat dönmeyince endişelenmiştim. Tekin yer olmadığından değil. Novotel’de kalıyorduk. Otel tarafı koşulacak gibi değil yer yok. Yol ile kaldırım bir olmuş. Karşıdan karşıya geçerken sabahın köründe 150  km hızla geçen arabalar var, ondan endişelenmiştim.

Devam ediyorum. “Istanbul’un bir yakasından diğerine deniz otobüsü ile de geçebilirsiniz. Bir keresinde bindik Bakırköy’den, indik Bostancı. Turnikelere yönelmiştik ki feribotun hoparlöründen adımız anons ediledi. Şaşırdık. Gittik kaptan köşküne. Baktım temizlikçi bir adamcağız yanında kaptanı ve süvarisi ellerinde benim müşterimin cüzdanını tutuyorlar. İçindeki paralar veya diğer kıymetli eşyaya dokunulmamış. Yolcular alabilirdi, temizlikçiler alabilirdi. Dilenciler alabilirdi. Yani bunların hiçbiri olmadı.”

İçki meselesine gelince. İstanbul üç büyük imparatorluğa başkentlik etmiş bir metropol. Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı Imparatorluğu. Bunlar zayıf devletler değiller, farklılıklara hoşgörü ile yaklaşmadan, insanlara özgürlüğünü vermeden zaten bir imparatorluk kuramazsın ki. Yok böyle bir şey tarihte. Bu nedenle Istanbul ve Ankara, ve bir çok büyük şehir herhangi bir başka dünya şehrinden farklı değildir.

Ama tutup da Anadolu’da 50,000 nüfuslu muhafazakar bir beldeye gidip akşam elinde bira ile dışarı çıkarsan birisi laf söyler tabi.

Ortam iyice rahatlıyor. Tekrardan gülüşüyoruz. Öğrenmek istedikleri şu: Türkiye hoşgörülü bir memleket mi? Bu konuda kafalarında bir şüphe oluşmuş belli. Et meselesine de geliyoruz. Neden soruyorlar bilmiyorum ama bir süre sonra farklı bir soruya cevap verirken buluyorum kendimi.

Tam iki yıl önce bir metal şirketinin genel müdürü ile yaptığım konuşma aklıma geldi. Çevresindekilere “Hindistan’ı unutun Türkiye’ye bakın” dedikten sonra şöyle eklemişti “Müslüman bir ülke ama diğer Islam ülkelerine benzemez, bir kere Yahudiler var. Yahudilerin serbest olarak yaşayabildiği ülkeler gelişmiş memleketlerdir”.

İmaj denen şeyin oluşması, bozulması, yeniden düzelmesi ne kadar pamuk ipliğine bağlı.

Toplantının sonuna doğru sözü seçimlere getiriyorum. Ama bakıyorum ki haberleri yok, takip etmiyorlar. Konuya girmeden bırakıyorum.

Dışarı çıktığımda serin ve rutubetli hava karşılıyor beni. Japonya’nın güneyinde, yeşil doğası, sarp dağları, ticari limanları, dik yokuşları ile meşhur bir kıyı kentindeyim. Birazdan hızlı trene binip 3.5 saatlik bir yolculukla Tokyo’ya döneceğim.

Günün Fotoğrafı- 8 Haziran 2015

Saat sabah 04’30. Güneş yeni doğmak üzere. Ben kısa bir yürüyüşten dönüyorum. Bu teyze sokağa çıkmış evinin önünü ve etrafını süpürüyor, temizliyor.

Bir okuyucu, Japonya’nın “kaymak”lık derecede temiz ve düzgün sokaklarına atıfta bulunduktan sonra bir gün İstanbul da öyle olur mu acaba diye sormuştu.

Memlekette hatırı sayılır bir vatandaş gurubu sabah namazına kalkıyor, bir kısmı bu kadın gibi evinin, dükkanının önünü temizlese Istanbul’un kaymak gibi olması yolunda ciddi bir adım atılmış olur herhalde.

Evinin önünü temizleyen kadın, Tokyo, sabah saat 04:30

Evinin önünü temizleyen kadın, Tokyo, sabah saat 04:30

Yorumlar

  1. Temizlik kaygınıza ve temenninize yürekten katılıyorum. Türkiye’de toplamadan önce dağıtmamayı öğrenmek, küçük yaştan itibaren öğretmek lazım. Geçen gün karadenizde bir limanda küçük bir teknede, gemicinin bizzat kendisi plastik çöpleri (ekmeğini çıkardığı!) denize atıyordu. Sigara izmaritleri, çekirdekler…

    Hatta doktor, mühendis gibi eğitimli insanların çalıştığı binalarda kağıt dönüşümü için ayrılan haznelere atılan metal içecek kutuları, meyve/yemek çöpleri görmek mümkün.

    İnşallah daha iyi, daha temiz, kurallara riayet kültürü gelişmiş bir ülkeye doğru ilerleriz.

Yorum bırakın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s