Ataerkil Japonya’da kadına yönelik vahşet yok
Üye olmak için burayı tıklayın, yazılar doğrudan posta kutunuza gelsin, internet sansürlense de okuyabilin (bilgileriniz gizli tutulur).
*Geyşa fotoğrafı ve Ikumi Yoshimatsu 19 şubat’ta sonradan eklenmiştir
** “Japonya’da kadının yeri erkeğin gerisinde ama şiddet, vahşet yok” başlığı değiştirildi
Yüksek lisans yıllarımda üniversitede (IUJ) Maria Louisa adında İtalyan bir arkadaşım vardı. Mezuniyetimiz yaklaşınca iş aramaya başlamış, Tokyo’da bir sigorta şirketine görüşmeye gitmişti. Mülakatta kendisine çay servisi yapıp yapamayacağı, diğer kadın elemanlar gibi bir örnek üniforma giymeyi kabul edip etmeyeceği sorulmuştu.
Üç üniversite bitirmiş, beş dil bilen kızcağız doğal olarak şaşırdı belki de şok oldu. Ama durun dahası var: Mülakatı yapan adam sırıtarak “çay servisi yaptıktan sonra müşteri senin poponu böyle ellerse ne yaparsın?” diye sormuş. Maria Louisa’da “suratına şöyle okkalı bir tokat atarım” demiş.
Maria’ya iş teklif etmediler.
Mezun olduktan sonra 15 yıl bir Japon şirketinde çalıştım. Hem kendi firmamda hem de diğer müesseselerde kadının profesyonel hayattaki konumunu gözlemleme fırsatım oldu.
Japonya da Türkiye gibi ataerkil, yani erkek-egemen bir kültür. Kadının yeri erkeğin gerisinde, ev işlerini yapan, kocasına (varsa kocasının anne-babasına) bakan, çocuk büyüten kişi olarak belirlenmiş.
Ama ortalama Japon ailesinde evin patronu kadın. Bütçeyi o idare ediyor. Her sabah işe giden kocasına karısı harçlık veriyor, genelde 1500 Yen (30TL) ila 3000 Yen civarı. Bu para iş arkadaşları ile öğle yemeği yemesi (800 Yen yani 16TL civarı-), bir iki pet şişe çay ve kahve içmesi (200 Yen yani TL kadar), ve iş çıkışı gene arkadaşları ile iki tek atması (yaklaşık 600 Yen yani 12TL kadar) için. (tabi ki işe erkeklerin cüzdanında bundan daha fazla para var, ama harcamaya “izinli” oldukları ortalama miktarın bu civarda olduğunu tahmin ediyorum, gerisi acil durumlar içindir)
Kariyer sahibi kadınlar yok denecek kadar azlar. Uzun yıllar (hatta yüzyıllar) boyu kadınların erkekler ile aynı tip işlerde çalışması, iş kurması teşvik edilmemiş. Kadın yöneticilerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordur. İş hayatında kadınlar, erkek çalışanların hem maaş hem pozisyon olarak gerisinde. Tipik bir Japon ofisinde kadınlar kalıcı eleman olarak görülmüyorlar. Bir çeşit “taşeron” statüsündeler. Aynı örnek giyinirler, üniformaları vardır. Yaptıkları işler basit işlerle sınırlı tutulur, erkeklerden daha iyi iş yapabilseler de terfi almazlar veya kısıtlı alırlar. Görüş bildirecekleri konular günlük işlerle sınırlıdır.
Eski yüzyıllarda, daha üniversiteler kurulmadan önce yüksek öğrenimin tekke ve dergahlardan alındığı dönemlerde, kadınlar sembollerle yazılan Japon alfabesini (Kanji) okuyamazlardı çünkü bu alfabe sadece tapınaklarda ve erkeklere öğretilirdi. Kadınlar daha basit bir alfabe olan “Hiragana”‘yı okuyabilirdi.
Şimdiki Japonya’da kadınlar Kanji de okuyabiliyor, üniversiteye de gidiyor, üstelik üniversite mezunu kadın oranı %50’leri geçiyor. Bilgili ve disiplinliler, iş ahlakı açısından erkeklerden geri kalır yanları yoktur.
Benim şirketim finans dalında faaliyet gösteriyordu. İlk başlarda yüzde 100 Japon sermayesi idi sonra Fransızlarla birleştik. Fransız ekolü şirkete dahil olduktan sonra kadın-erkek eşitliği alanında bazı kazanımlar oldu. Önce bir, daha sonra iki kadın kariyer programına alındı. Yönetim kuruluna Paris’de gönderilen ama gene Japon olan bir hanım girdi. Fransa’dan gelen profesyoneller arasında pek çok kadın eleman vardı. Sonunda şirket içinde önemli bir pozisyona da bir kadın çalışan layık görüldü.
Bütün bunlara karşı ayrımcılık hala var. Mesela şirkete bir telefon geldiğinde o telefonu bir kadın açarsa, karşı tarafın “erkek yok mu orada konuşacak” dediğini pek çok kez duydum.
Kadının Japonya’da statü kazanması ikinci dünya savaşı sonrası Amerikalılar tarafından getirilen bir uygulama. Savaş öncesi kadınların köle gibi alınıp satıldığı söylenir.
Anayasaya Kadın Haklarının girmesi ile ilgili bir hikayeyi burayı tıklayarak okuyabilirsiniz (ingilizce). Ben bir alıntı yapıyorum:
We in Japan tend to take the Constitution for granted. Many people remember and harp on the deprivation of the war years but few bother to recall the dismal details of everyday life before that. Women couldn’t go to school; they were expected to serve their parents and male siblings before marrying into households where she continued to serve and slave her husband and his clan. These women brought up their sons in the traditional way – which resulted in an unending circle of entitlement and arrogance for men, and toil and servitude for females. In poor families, parents sold off their children.
(Türkçesi) Biz Japonya’da Anayasanın nasıl bir kazanım sağladığını anlamıyoruz. Çoğu kişi savaş yıllarının yokluk günlerini hatırlıyor ama pek azımız o dönem günlük hayatın berbat detaylarını dile getirmeye cesaret ediyoruz. Kadınlar okula gidemezdi çünkü ailelerine hizmet etmek zorundaydılar. Evlenenler için de durum aynıydı, kadın kendi ailesinde yaptığı gibi yeni evinde de kocasına ve kocasının aşiretine kölelik etmek zorundaydı. Bu kadınların oğlan çocukları bu muhafazakar kültür içinde yetiştiği için erkekler için kabalık ve doğuştan gelme bir sahip olma dürtüsü ile kadınların hizmet etme ve boyun eğme eğilimi devam etti durdu. Yoksul ailelerde çocuklar satılırdı.
Anayasanın verdiği özgürlükler ve haklar mayası halk arasında tuttu. Ama tacizlerin ve cinsiyetçi yaklaşımların gerilemesi son 5-6 yılın olayıdır. Devlet politikası toplu taşım araçlarında bir dönem kadınları taciz edip de yakalanan erkekleri teşhir etmeye başladı, cezalar verdi. Trenlere, otobüslere gizli polisler binerek kadınlara musallat olan erkekleri tespit ettiler bazılarını yakaladılar. Bir ara bir kadının bir erkeğe “beni taciz etti” demesi adamın sorguya alınması için yeterli sebep oldu.
2012 Miss International Ikumi Yoshimatsu da tacizden nasibini almıştı. Ancak Ikumi savaştı ve kamuoyunu etkilemeyi, politikacıları harekete geçirmeyi başardı. Aralık 2013’de benim de katıldığım bir toplantıda İkumi maruz kaldığı mobbing ve tacizi anlatırken gözyaşlarını tutamamıştı.
<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<
Ikumi Yoshimatsu’yu izlemek için burayı tıklayın (ingilizce, süre 1 saat)
>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
Türkiye ve Japonya’da kadının toplum içindeki yeri kültürel olarak benzeşiyor. Buradan yola çıkarak kadının toplumdaki yerinin aynı antropolojik köklere dayandığını iddia edebiliriz. Öte yandan Japonya’da kadına karşı vahşet yok.

“Geyşa” Japon kültüründe zerafet ve güzelliği simgeler, ama bu süsleme sözlerin ardında Geyşa’nın bir seks kölesi olduğu gerçeği de var
Vahşetin sebebi kadını ikinci sınıf vatandaş olarak görmek olsaydı, Japonya’da da aynı yöneylemi görmemiz gerekirdi. Demek ki başka bir sebep var.
Kültür ve Dil Etkileşimi
Kültürel renkler gelenekler ve görenekler dilin gelişmesini de etkiliyor.
Kadının Japoncası “onna” diye okunur, Japon alfabesinde (Kanji olarak bilinen ve sembollerden oluşan alfabede) “女” şeklinde resmediliyor. Bu sembolün temelinde de diz çökmüş, şükranlarını sunan bir kadın resmedildiği rivayet edilir. Aşağıdaki resimde olduğu gibi.

Japon alfabesinde “Kadın” sembolü diz çökmüş kadından türeme (kaynak: http://ameblo.jp/e-no4765/)
Ben Japonca öğrenirken hocam, ki kendisi bir hanımdı, şaka yollu “女” sembolünün kadının göğüslerinin şeklinden türetildiğini söylemişti.
Erkeğin karısı anlamına gelen kelimeler şunlar: “okusan” (奥さん), “tsuma” (妻), “kanai” (家内) . Bunlar arasından Okusan “arkadaki kişi” anlamında, kadınlar erkeğin arkasından yürüdüğü için olsa gerek. “Kanai” (家内) kelimesi ise “Ev” anlamındaki 家 sembolü ile “içerisi” anlamındaki 内sembollerinin birleşmesinden oluşuyor, yani “evdeki” demek. Kadının evde oturması gerektiğinin bir göstergesi herhalde.
Konuşma ve yazı dili yüzyıllar boyunca cemiyetin gelenek ve göreneklerini yansıtıyorsa geçmiş zamanlardan beri kadının bu toplumdaki statüsünün erkeğin altında olduğu görüşüne varabiliriz.
Japonca “ucuz” (ucuz mal, ucuz eşya vs), “yasui” olarak okunan “安い” sembolü ile yazılır. Bu şekil ise “onna” (女) sembolünün “çatı” sembolü olarak bilinen “宀” şeklinin birleşmesi ile oluşur. Yani ucuz=bir çatı altında kadın anlamında gibi gözüküyor.
İlginç değil mi?
Aslında evlenip kocasının evine giden kadının, o güne kadar olan yaşamını, deneyimini bilgi ve görgüsünü bir kenara atıp (kendini değersizleştirip, yani “ucuzlatıp”) yeni yerinde hayattaki anlamını yeniden sıfırdan bulmasını simgeliyormuş. Aşağıdaki resimdeki gibi. Linki burada(Japonca).
Cok guzel bir yazi, tesekkur ederim.
Ne yazik ki bazi uc noktalarda deneyimleriniz olmus. Su ana kadar hic telefonda bir erkekle gorusmek isteyen de duymadim, is gorusmesinde popo elleme izni soran da 🙂
Bu arada izninizle ufak bir duzeltme yapmak isterim.
Oku-san > “Evin ucra kosesinde duran, disariya (buraya) gelmeyen” anlaminda.
Bir de buyuk ihtimal biliyorsunuzdur da; Kanai, baskasina kendi esinizden bahsederken, Okusan ise baskasinin esinden bahsederken kullaniliyor. Yani hepsi kadini simgelese de farkli kullanimlari var.
Yeni yaziliarinizi hevesle bekliyorum.
Selamlar, Maria’nınki eski bir hikaye. Diğeri ise benim elemalarımın veya iş yerindeki kadınaların “kadın-erkek ilişkileri” konusunda anlattıklarından aklımda kalan bir detay. Ben hem erkek olduğum hem de yönetimde yer aldığımdan bu tip iç dökmeler sık sık olmadı ama Japon şirketlerinde çalıştıysanız bilirsiniz beraber grup halinde bonenkai, shinnenkai, kaisha ryoko, kaisha nomikai, bukai nomikai, project nomikai gib vesilelerle insanların içlerini açabilecek fırsatlar sık sık ele geçiyor. Japonya’ya 28 önce geldiğim ve 25 yıldır çalıştığım için defalarca konuşmak, dinlemek, gözlemlemek ve şahit olmak olanağım oldu. Yazdıklarım, yazmadıklarımın yanında %1.