Ve Türk-Japon ilişkilerinde yeni dönem resmen başladı…
Burayı tıklayın Japonya Bülteni posta kutunuza gelsin(üyelik bilgileri gizlidir, umuma açık edilmez)
Başbakan Erdoğan ve heyeti bugün Japon başbakanı Abe ile biraraya geldi. Görüşme sonrası iki ülke arasındaki Ekonomik İşbirliği Anlaşması (EPA) müzakerelerine bu baharda başlanacağı resmen açıklandı. Ayrıca Japonya’nın İstanbul raylı taşıma projeleri için 400 milyon dolarlık ek bir yardım bütçelediği ve nükleer santral anlaşmalarının meclislerden geçirileceği konuları da ilan edildi. Abe’nin Mayıs ayındaki Türkiye ziyareti sırasında dile getirilen ortak bilim ve teknoloji üniversitesinin kurulması için anlaşma imzalandı.
EPA müzakerelerinin başlaması konusunda ortak bir dil kullanılacağını 20 Aralık’da Japon Nikkei gazetesi yazmış, biz de buradan bu haberi duyurup yorumlamıştık.
<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<
21 Aralık’daki “Türk-Japon ilişkilerinde dev adım adlı yazı için burayı tıklayın
>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
Erdoğan’ın konuşması
Başbakan Erdoğan bu sabah Nikkei gazetesi konferans salonunda pozitif mesaj veren ve içi dolu bir konuşma yaptı. Türkiye’nin ekonomik alandaki kazanımlarının altını çizdi. İki ülke arasındaki potansiyel alanları tarif etti. Tanımladığı vizyon anlaşılır ve hayata geçirilebilir bir vizyondu. Bundan sonrası işadamlarına ve girişimcilere kalıyor. Çizilen çerçevenin içinin doldurulması gerek.
Türkiye ile Japonya’nın ilişkileri ileriye götürebileceği ve ortak yapabileceği pek çok şey var. Son 8 aydır giderik artan bir ivme ile gelişen iki ülke arasındaki ilişkileri tanımlayan parametreler altyapısı artık son halini alıyor. Bugün bu açıdan tarihi sayılabilecek bir gün.

Başbakan Erdoğan konuşma yaparken
EPA anlaşması önemli bir adım. Japonya’nın kısaca TPP diye bilinen Trans Pacific Partnership anlaşmalarına zaman ve enerji ayırdığı bir zamana denk geliyor. Gündemin bu kadar yoğun olmasına karşın Türkiye ile EPA’yı başlatma kararını almaları ve bu kararı uygulamaya başlayacaklarını zaman dilimi konusunda kesin bir tahaddüt vermeleri olumlu ve önemli bir gelişme.
Şimdi ne olacak?
Türkiye ile Japonya’nın yaklaşık 4 milyar dolarlık bir ticaret hacmi var ancak burada denge Türkiye aleyhine bozuk. Yaklaşık 3.4 milyar dolarlık ithalata karşı 500 milyon dolar civarında ihracatımız var. Katma değeri yüksek mal ihrac edemiyoruz. Japonlar bize makine, otomotiv ürünleri satıyorlar ama karşılığında çok fazla ürün satın almıyorlar.
Ayrıca tüm dünyada yüz milyarlarca dolar M&A, fabrika, dolaylı sermaye yatırımı yapmalarına karşın bu dev pastadan Türkiye bugüne kadar hemen hemen hiç pay alamadı. Mesela son üç yılda Japon şirketleri 200 milyar dolarlık M&A (şirket satın alma, şirket birleşme) yaptılar. Türkiye’de harcadıkları rakam 1 milyar dolar bile değil. Ayrıca yurt dışında bir o kadarlık da fabrika, kapasite artırımı, modernleşme yatırımları oldu. Türkiye’de mevcut Japon yatırımı çok olmadığı için bu gelişmelerden de faydalanamadık.
Çin’de 30,000 adet Japon şirketi var. Hindistan’da 60,000 ila 100,000 kişiye istihdam sağlıyorlar diye bir yerlerde okumuştum. Türkiye’de 140 adet Japon şirketi ya var ya yok. Bunların çoğu irtibat bürosu. Türkiye ile olan işlerini Avrupada’ki merkezleri üzerinde yürütüyorlar. Böyle olunca da aslan payını avrupalı şirketler alıyor.
Mesela bir örnek; LIXIL banyo ve inşaat dekorasyon malzemesi yapan bir şirket. Global genişleme stratejisi kapsamında içinde Türkiye’nin de olduğu merkezlerde yatırım yapıyor. Ancak bu yatırımlarının çerçevesini Avrupa ve ABD’ye yerleştirdi. Eylül’de İngiliz Grohe’yi 4 milyar dolara satın aldı. Türkiye’ye büyük bir olasılıkla bu marka üzerinden girecek. Ayrıca bir yatırım düşünmedi. ABD’de Haziran ayında ASD Americas Holding’i aldığını açıklamıştı, 542 milyon dolara.
Bu sadece bir örnek. Bugüne kadar olan strateji Avrupa’daki şirketleri üzerinden Türkiye’ye distribütör ağı kanalı ile girmek. Japonlara yarayan, ama bize teknoloji veya yatırım kazandıran bir yöntem değil. Direkt Türkiye’ye gelip, tedarik, yatırım, üretim gibi faaliyetleri bizzat Türkiye’de yapmaya başlarlar ise hem ticaret hacmi artacak hem de aleyhimize olan denge düzelecek.
Teknoloji, teknoloji, tenkoloji
Kurulacak bilim ve teknoloji üniversitesinin de anlamı büyük. Örneğin makina sanayiini ele alalım. Türkiye, orta ve küçük ölçekli işletmeleri tarafından ürettiği takım ve tezgahları kilosu 6 dolardan ihrac ediyor. Japonya’nın ihraç bedelinin ise Almanya’ya yakın olması gerek. Yani yaklaşık 100 dolar. Arada korkunç fark var. Bunun bir adı katma değer, ki aynı zamanda neden bizim yüksek miktarda cari açık verdiğimizi gösteriyor.
Bakınız makina-takım dediğimiz kalıba ve şekle sokulmuş demir çeliktir. Çeliğin kilosu 60 cent civarında. Türkiye o 60 centi şekle sokuyor 6 dolara ihrac ediyor. Ama Japon teknolojisini koyuyor 100 dolara ihraç ediyor. Kime, bize ve diğer ülkelere. Türkiye’nin istediği o 6 doları önce 26 dolara çıkarmak, sonra 50 dolara. Ve belki de daha yükseğe. Bu yolla cari açık azalır. Bu ise ancak teknoloji ile olur.
Hangi teknoloji? Bu soruya cevabı açık ve net olarak verebilmemiz gerek. Nokta atışı ile yeni anlaşmalar çerçevesinde uzun vadeli teknoloji transferi gerçekleşebilir.
Lojistik, servis
Ama teknoloji sadece bilgisayar değil. Lojistik, ki Japonlar oldukça güçlüdür bu konuda meşhur kanban sistemi lojistik teknolojisidir bir yerde, ve hizmet bu sistemi besleyen, verimi artıran unsurlar.
Mesela Marmaray inşaatını ele alalım. Bu tüneli Taisei yaptı. İş makinalarını nereden aldı? Japon Nishio Rent-All şirketinden kiraladı. Nishio kim? Osaka bazlı bir makina parkı kiralama şirketi. Onlar nereden alıyor? Hitachi Construction Machinery ağırlıklı tedarik ediyor. Yani Taisei Marmaray için gerekli malzemeleri taa Japonya’dan kiralayıp getiriyor. Neden böyle yapıyor? Büyük olasılıkla parça sorunu olmuyor da ondan. Yani hizmet, yani serviste bir aksama istemedikleri için bu park Japonya’dan kiralanıyor. Para da bu nedenle Türkiye’de kalmıyor.
Bir başka örnek araba sektörü. Otomotiv diyoruz, Toyota diyoruz, Honda diyoruz. Ama bu şirketler Japonca’da “kansei-sha maker(完成車メーカー)” diye bilinir. O ne demek? Bitmiş araba imalatçısı demek. Yani? Yani montaj sanayii. Neden öyle diyorlar? Çünkü bir arabada 40,000 adet (kırkbin) parça var. Japon arabalarına dünya çapında ün kazandıran teknoloji sadece motordan gelmiyor. Bu parçaların mükemmeliyetinden ve bu parçaları bir araya koyma tekonolojisinden geliyor.
Mesela Nissan nereye giderse, Unipres’de oraya gider. Kimdir bu Unipres, neyi nerede yapar? Bu linki tıklayınca gördüğünüz şeyi yapar. Peki Unipres bu işi tek başına mı yapıyor? Hayır, JFE Shoji geliyor ve fabrikayı parça parça gideceği yere götürüp kuruyor. Bu işi yaparken de hangi parçalar yerel sanayiden tedarik edilecek hangi parçalar Japonya’dan gelecek planını çıkarıyor. Ayrıca, gittiği yerde Nissan’ın araba gövdesinde kullanılacak çeliğin işleneceği yassı çelik işleme merkezini’de kuruyor (coil center). Bu tesisde işlenecek demir çeliğin kimlerden nasıl temin edileceğinin envanterini çıkartıyor. Haa, çelik deyince Nissan’ın ana tedarikçisi Kobe Steel’dir. Dolayısı ile o da bavulunu hazırlıyor. Ayrıca bunun aliminyumu, bakırı, kablosu falan var. Bunları koordine edenler var. Gittiği yerdeki fabrika muhasebe sistemlerini Japon sistemine uyarlayan var. Arabaya koyduğu vidayı vibrasyona karşı test ettiği laboratuvarlara kadar var. Var oğlu var.
Bu sadece bir örnek. Teknoloji yan sanayiiye, ve onun yan sanayiine kadar dağılmış durumda. Gelsin onların %10’u Türkiye’ye bizim Japonya ile olan ticari açığımız %40 azalır.
Peki Japon yatırımları akacak mı?
Atılan bu adımlar çok önemli adımlar. Japon şirketlerinin Türkiye’ye olan ilgisini artırıyor. Çin’de tıkandılar. Hindistan’da aradıkları potansiyeli bulamadılar. Tayland’da varlar. Avrupa’da varlar. Türkiye, Rusya, Afrika, ve Orta Doğu ile bir kısım Asya’da zayıflar. Artan ilgiyi somut yatırıma dönüştürmek için bu momentumu sıcak tutmak gerekli.
EPA müzakerelerinin sonuçlanıp anlaşma haline dökülmesi ve parlamentolarda kabul edilmesi en az iki yıllık bir süreç. Ancak Japon şirketleri bu sürecin bitmesini beklemiyeceklerdir. Şimdiden çalışmalarına başlayacaklar ve iki yıl sonrası için hazırlanacaklardır.
Türk delegasyonunun kaldığı otel
Türk delegasyonunun (işadamları vs) büyük bölümü Hibiya’daki Imperial Otel‘de kaldı. Daha önce de bu otelde kalmışlardı sanırım.
Imperial Otel prestijli bir otel ama yeni yapılan bir dizi konaklama merkezi gerek konfor gerekse cazibe ve albeni açısından Imperial’dan ileri. Mesela Mandarin Oriental, veya İmparatorluk Sarayı’nın hemen dibindeki Palace Hotel. Imperial’in yanındaki The Peninsula, ve her daim meşhur New Otani, Okura.
Ama Imperial Otelinin Türkler tarafından pek bilinmeyen önemli bir özelliği var. Japonların pek iftahar ettiği bir özellik bu. 1890 yılında kurulan, yenileme inşaatına 1916 yılında başlanan bu yapının mimarı meşhur İngiliz Frank Lloyd Wright. Dönemin en önemli mimarisinden kabul ediliyor. Büyük Kanto Depreminin Tokyo’yu vurduğu gün açılmış. Otelin tarihi Japonya tarihi gibi. Ayrıca bu meşhur mimar Japon estetiğinden esinlenmiş. Otel Frank Lloyd Wright’ın ustalık eserlerinden.
Gitmek için Hibiya veya Chiyoda hattına binip Hibiya istasyonunda ineceksiniz.
Tek bir şey söyleyeceğim “KAIZEN” adamlar bulmuş, gerisi bunu millet olarak uygulamak.
Saygılar.
Yorum icin tesekkurler. KAIZEN’i yazmak farz oldu artik…