Bir Japonya-Türkiye dolunay hikayesi
Dolunayın insanları etkilediğine, değiştirdiğine inanılır.
Beni değiştiriyor. Normal zamanlardaki ben ile zıt bir insana çeviriyor. Dinginleşiyor, daha romantik oluyorum.
Astrolojide burç yorumlamalarında da önemli bir unsurdur dolunay. Efsanelere sahne olmuştur. Kurt Adam dolunayda geçer. Bazı insanlar bu nedenle tedirgin olurlar dolunay zamanlarında.

Bulutların ardına gizlenmiş dolunayın esrarlı ve tehditkar bir havası vardır
Türk mitolojisinde de önemli bir yeri var. Bozkurt’un asaleti dolunayda belli olur.
Bazılarını ise hülya alemine götürür. Deniz ve mehtap, yani ay ışığı, dolunayda en güzeldir. Romantiktir. Ben dolunayın bu yanını severim.
Herkesin dolunay ile ilgili bir hikayesi olduğunu sanıyorum. Deniz kıyısında, dağ başında, belki de şehrin bir köşesinde. Dolunay kendine baktırmayı bilir, kıskançtır.
Benim de bir hikayem var. Bir anı. Yakın arkadaşlarıma anlatmışımdır. Özel. Bu yüzden yazıp yazmama konusunda kararsızdım. Ama hatırladıkça keyif aldığım anlardan birisi olduğu için paylaşıyorum.
21 yıl önceydi. Pastırma yazı bir Eylül günü geçiriyorduk. Bozkırın ortasında yalnızdım. Sevdiğim kadın, iki yıldır flört ettiğim sevdalım Japonya’daydı. Tekrar kavuşmaya söz vermiştik ama dünya hali bu belli olmaz.
O gün öğleden sonra saat üç buçuk gibi gördüm dolunayı geniş tepelerin üzerinde. Öylesine bakakaldım. Dedim ya dolunay beni biraz romantik yapar. Ortam önemli değildir.
Sonra bir düşünce çaktı kafamda. Hızla telefon klübelerine ilerledim. Kartımı takıp sevgilimin 10,000 km uzaktaki telefon numarasını çevirdim. Japonya’da saat 21:30 – 22:00 olmalıydı.
Telefonu annesi açtı.
Kızını istedim. Verdi.
“Ay?” dedim. Adı budur.
“Evet?” diye cevap verdi.
“Dışarıya bahçeye çık, ahizeyi de beraberinde götür” dedim.
“Neden?” diye sordu.
“Sana bir sürprizim var” dedim.
Bir kaç dakika sonra Tokyo’daki evinin bahçesindeydi.
“Görebiliyormusun?” diye sordum.
“Neyi?” dedi
“Gökyüzüne bak, dolunaya” dedim.
Bir an sessiz kaldı telefon. Bakışları dolunayı aramış olmalıydı. “Evet görüyorum” dedi sonra.
Aynı aya bakıyorduk.
“Aynı aya bakıyoruz” dedim…
Bir süre sessiz kaldık. İki genç sevdalıydık. Güzel, sade bir andı. Sonra konuşmaya başladık. Telefon kartı bitene kadar.
Konuşmayabilirdik de. Orada öylesine birbirimizin soluklarını dinleyerek, aynı ortak ışığa bakmaya devam da edebilirdik. Sevda böyle bir şey işte.
Aramızda binlerce kilometre vardı, ama sesi, duyguyu gönderebilmiş, buluşturabilmiştik.
Bu hikayeden bir sene sonra da evlendik. Bu sene yirminci yılımız.