Ankara’dan İzmir’e giden yataklı tren
Bayram tatilimin öncesi ve sonrası Türkiye’deyim. İlk hafta Ankara’daydık. Sonrasında yataklı tren ile yapılan nostaljik bir yolculukla İzmir’e geçtik. Demir tekerleklerin raylarda çıkardığı yankılı seslere, makas değiştirirken oluşan sarsıntılı gürültülere, ve hemzemin geçit çan-çanlarına olan tutukumun kökü çocukluğumdaki bayramlarda ailecek Karşıkayaka’ya yaptığımız tıngır mıngır tren seyahatlerine kadar gider.
Eski trene tenzil-i rütbe
İzmir Mavi Treni’nin tarifeli seferi 15 saat sürüyor. Kalkış saatinden yirmi dakika önce gara geliyoruz. Yataklı trenler eskiden Birinci Yol’dan kalkardı. Şimdi 4. Yol’a alınmışlar. Ankara Garı girişindeki birinci peronda yolcularını bekleyen yeni ve azameti Hızlı Trenin yanından geçerken Woody ve Buzz çocuk filminden bir dekorun içindeymişim gibi hissediyorum kendimi. Pırıltılı ve son model, teknolojik YHT uzay kovboyu “Buzz” oluyor, eski ve nostaljik yataklı tren ise “şerif Woody”.
Yatakta uyunabilen bir trene bineceğimizi ögrenen oğlum biletleri aldığımızdan beri yerinde duramıyordu. Eski püskü gözüken trenimize yaklaşınca bu seyahati bir Disneyland macerası gibi algılayan Kaan’daki heyecan doruk yapıyor. Kompartmanımız ilk bakışta hafızamda kalan yıllar önceki haline göre daha az özen gösterilmiş gibi gözüktü. Tuvalet kalkmış, okuma ışıkları konmamış. Yataklar açılınca ranza tipi oluyor. Bir üstte bir de altta. Bu daracık yerde üçümüz en az 15 saat geçireceğiz.

Kompartman içi
Bavulları yerleştirdikten sonra bir köşeden diğerine zıplayan oğlumu da alıp mıntıkayı keşfe çıkıyorum.
Pastoral Anadolu
Kalkış saati geldiğinde habersiz, düdüksüz yavaşça hareketleniyoruz. Japonya’daki gibi her dakika başı yapılan anonslar, çalan ziller, yaratılan heyecan yok. Öylesine. Sessizce, aniden, ve ağır ağır. Önceleri neredeyse yürüme hızına eşit bir süratle gidiyoruz, sonra hafiften ivmeleniyor ve yol boyunca aşina olacağımız rutine oturuyoruz. Bir süre Ankara’nın banliyölerinde yol aldıktan sonra şehir seyrekleşiyor, binalar arasındaki arsaların boyutları büyüyor, büyüyor, daha da büyüyor ve nihayetinde arsalar arası seyrek binalar düzenine geçiyoruz. Artık bozkırlara kavuştuk. Saman sarısı arsalar, ve aralarında siyah yamalar gibi duran topraklarda tek tük ağaçların gölgeleri akşam güneşinde uzuyorlar. Bir kara yolu paralelimizde üzerinde arabalar var. Tren sesi yamaçlarda yankılanıyor, hızlandıkça demiryolu travestleri bende göz aldanması yapıyor, geriye gidiyormuşuz gibi görüyorum. Yol olmasa da galiba zaman geriye gidiyor, ve sanki geçmişe bir yolculuğa çıkıyoruz.
Orta Anadolu’dan Batı Anadolu’ya uzanan bu boş, uçsuz bucaksız, hiç bir şeyin olmadığı arazi, bozkırlar ve bazen ekin tarlaları ile doludur. İnsanlar, hayvanlar, binalar, ağaçlar ve hatta tepeler küçücük kalıyor. Ufukla aramda hiç bir engel yok. Bu nedenle mesafeleri ölçme yeteneğimi yitiriyorum. Elimi uzatsam yakalayacağım sandığım höyükler aslında onlarca kilometre ötedeki dağlar da olabilir. Hele hava kararıp da gece olunca evreni dolduran yıldızlar sarıyor oval bir tül perde gibi gökyüzünü. Karım ve oğlum uyuduktan ve ışıkları kapattıktan sonra kompartmanın penceresinin kenarına tüneyip hayranlıkla bakıyorum. Ne de çok yıldız var. Ne kadar da heryerdeler ve her zamandalar. Başımın üzerindeki bütün noktadalar, kuzey, güney, doğu ve batıdalar. Ve her düzlemde, solumda ve sağımda. Be tablo, bu tuval karşısında kavgaların, kıskançlıkların, hesapların ne önemi var? Anadolu insanı filozof yapar.
Ömür hatırladıklarımızdan ibarettir. Beynime kazınmış benzer hatıralarım dans ederek ortaya çıkıyorlar. Dün ve bugün birbirine çok yakın. Zaman yok artık. Uyuyup kalana kadar karanlığın içinde yere çizilmiş ince bir çizgi üzerinde akıp gidiyorum sonsuz uzaydaki samanyolunu takip ederek.
Tarifeli 15 saat, rötarla 17.5 saat
Günün ilk ışıklarıyla uyanıyorum. Karım ve oğlum üst ranzada uyumuşlar. Düşerler diye endişe etmiştim. Mışıl mışıl uyuyorlar. Pencereden dışarıya bakıyorum. Birazdan gün doğacak. Manzara değişmiş. Sarı bozkırın yerini yeşil bağlar ve tarlalar almış. Üzüm? Belki de mısır. Bereketli Ege’nin iç kesimlerinden sahile, İzmir’e doğru koşuyoruz.

İzmir’e yaklaştıkça altın sarısı bozkır rengi bağların yeşiline dönüyor
Rötarlıyız. 15 saat tarifeli sefer herhalde en azından 16, hatta 17 saat olacak. Tüm ahali uyandıktan sonra yemekli vagona kahvaltı yapmaya gidiyoruz. Güneş iyice yükselmeye başladı. Yol artık boş da değil. Eski Anadolu istasyonlarını birer birer geride bırakıyoruz. Araları bağ bahçe dolu. Sulama kanalları demiryolu boyunca bize yol arkadaşlığı yapıyorlar. Fıskiyeler ekinlere hayat veriyor, insanlar işbaşı yapmışlar.

Mavi Tren’de yemekli vagon. Kahvaltı
Kahvaltı sonrası yataklı vagondaki diğer yolcularla muhabbete başlıyoruz. Hemen yanıbaşımızda Kırklareli’nden gelen bir teyze ve amca var. Düğün varmış Ödemiş’de oraya gidiyorlar. Ama nerede ineceklerini bilmiyorlar. Teyze Kaan’a bir kelek hediye ediyor üç tane de erik.
Onların yanındaki kompartmanda Avusturalya’lı gezgin bir çift var. David ve Grace. Bali-Londra arasını bisikletle kat ediyorlar. Şu ana kadar karada 5000 gemi ve trenle de 8000 km kadar yol yapmışlar. Yolculuklarına başladıkları Bali’den Singapur’a gemi ile geçip oradan Malezya’ya pedallemişler. Daha kuzeye gene bisikletle. Kazakistan’da Hazar Denizi’ni gemi ile geçip ardından Gürcistan’a devam ediyorlar. Türkiye’ye de Gürcistan kapısından girmişler. Grace hafif soğuk almış öksürüyor. Ankara İzmir trenine binerken bisikletlerini yük vagonuna verememişler mecburen o daracık kompartmana tıkışmışlar.

David ve Grace, iki kişi iki de bisiklet Ankara – İzmir yataklı treninde
David ve Grace’in seyahatnamesini internetten takip edebilirsiniz. Burayı tıklayın.
Bir diğer yanımızda beş çocuklu genç bir aile var. Yolculuk başladığından beri çocuklar Kaan ile oynamak istiyordu. Ay kelek karpuzun resmini çizmeye başlayınca önce yavaş yavaş sonra daha da cesurca kompartmanımıza yaklaşıyorlar ve bir anda istilaya maruz kalıyoruz.

Beş kardeşin dördü. En öndeki Barış, 6 yaşında

Resim çizmeye misafirimiz olan bir çocuk
İzmir’e yaklaştığımızı sıklaşan apartmanlardan, asfalt yollardan, sanayi tesislerinden anlıyoruz. Bir süre sonra Körfez çıkıyoruz karşımıza. Trenimiz iyice yavaşlıyor ve ağır ağır Alsancak’a giriyoruz. Bu epik yolculuk da burada sona eriyor.

Kaan Alsancak’da
Reblogged this on yasarnorman.
Çok güzel bir yazı, elinize sağlık. Özellikle “Şerif Woody” benzetmesine bayıldım. Çocukluğumuzun görkemli anahat trenleri, Ankara Garı’nda 4. yola kadar düşmüş YHT’lerin yanında. Önce kendi kaderine terkedilen, sonra da kaldırılan Pamukkale Ekspresi, Karaelmas Ekspresi vb. yaralardan sonra, en azından İzmir Mavi Treni’inin hala hatta olması teselli. Umarım kaldırmazlar.
Çok keyifli.. İyi yapmışşınız Erol.
Sevgili Erol, çok güzel yazmışsın. Hatırlarmısın üniversitenin ilk senesinde aynı yolu pulman koltuklarda yapmıştık, Kuşadasına gitmek için.
mustafa
Merhaba. Harika yazinizi okudum hissettiklerinize benzer duygular icin bu trene ancak zit yonde izmir konya araliginda biket almaya calisiyorum. Ancak tcddnin sitesi bu anlamda sikintili yeterli bilgi icermiyor. 2 yetiskin icin yatakli vagonda yer sorunu yok. Ancak 8 yasinda oglumuz icin bilet almaya calistigimizda baska bir kompartimana biletliyor sistem. Siz seyahat ettiginizde nasil bir bilet kestirdiniz hatirliyor musunuz? Yanitiniz tcdd hizmet hattindan daha verimli olacaktir diye dusunuyorum. Sevgiler.
Selamlar, bu yorumu simdi farkettim. Daha once mail uzerinden cevaplamistim. Benzer sorunu biz de yasadik. Ankara Gari’nda direkt bilet aldigimiz icin hallettiler. Herhalde sizin de gara kadar gitmeniz gerekebilir. Bol sans ve iyi yolculuklar.
Çok güzel bir yazı, elinize sağlık. Özellikle “Şerif Woody” benzetmesine bayıldım. Çocukluğumuzun görkemli anahat trenleri, Ankara Garı’nda 4. yola kadar düşmüş YHT’lerin yanında. Önce kendi kaderine terkedilen, sonra da kaldırılan Pamukkale Ekspresi, Karaelmas Ekspresi vb. yaralardan sonra, en azından İzmir Mavi Treni’inin hala hatta olması teselli. Umarım kaldırmazlar.
insan hayatından çalınan saatler 17 saat nedir kardeşim millet marsa kuyruklu yıldıza gidiyo biz hala izmir-ankara 17 saat yazık halbuki hayattaki en değerli şey zamandır zaman.