Sürekli etrafındakileri eleştirerek ilelebet bir savunma modunda olanlar, arada sırada susup başkalarını kendi dünyalarına çekmeye çalışsa ve “tek ben varım, tek ben haklıyım” psikolojisinden çıksa ne güzel olur. Defne her zaman karşımıza çıkan ve bazen bizim de girdabına düştüğümüz bu ruh ve akıl tutulması durumunu keyifli bir yazı anlatıp açıklıyor.
Bu sabah erkenden yollara düştüm. Normalde sabahları pek uğramadığım bir yere, şehir merkezine doğru yola çıktım. Arabaların üstünü katlayan kırağı katmanı bugün artık kendisi için kar tabirini kullanabileceğim bir kıvama varmış. Şehir merkezinin sokaklarında sadece evsizler dolanıyor. Malum cumartesi sabahı, daha saat 8 bile değil. Bankalar, iş merkezleri, alışveriş sarayları henüz kapalı. Evsizler, geceyi geçirdikleri parklarda, banklarda, kütüphanenin devasa merdivenlerinin basamaklarında, uyku tulumlarının içine büzülmüş yatıyorlar. Bazıları sıcak çorba ve kahve veren sığınakların önünde kuyruğa girmiş bile. Benim bir kahve içmek için oturduğum kafenin köşesinde de hırpani kılıklı bir yalnız adam, gözlerini boşluğa dikmiş karton bardaktan kahvesini yudumluyor. Bir diğeri ile otobüs durağında biraz sohbet ettik. Sözlerle değil de jestler ve tebessümle. Ne söylediğini hiç anlamadım çünkü. Sert buruşuk yüzünde parlayan mavi gözlerindeki deliler özgü o pırıltılardan cesaret aldım, bana sorduğu soruyu bir kaç defa tekrarlattım. Nafile. Sonunda omuz silkip, ingilizcemin yeterince iyi olmadığını söylemek zorunda hissettim kendimi. Ondan sonra…
View original post 564 kelime daha
Teşekkürler Erol! Pasifik’in bir ucundan diğerine selam olsun!
Defne Suman