Gazyağı ile kalkınan Türkiye

Yazının başlığı müstehzidir (alaycıdır). Bildiğimiz gazyağı (gaz lambalarına konulan) ile endüstriyel kalkınma olmaz. Sanayi elektrik ister. Santraller kurup bu ihtiyaç karşılanmaz ise büyüme gerçekleşmez, teknolojik ve bilimsel ilerleme olmaz, zenginlik ve ihtihdam yaratılmaz. O zaman ne olur? Hır çıkar. Kavga çıkar, karışıklık olur, insanlar huzursuz olur, fakirlik olur, göç olur,kısır bir döngüye girilir ve kolay kolay da içinden çıkılmaz.

Bunların olmaması için dengeli ve planlı bir büyüme gerekir. Büyümenin motoru sanayi için de elektrik üretmek ve dağıtmak lazımdır. Bu elektriği biz bir şekilde üreteceğiz. Ama petrolle, ama doğal gaz veya kömürle, veya güneş, rüzgar jeotermal gibi değişik enerji kaynaklarını elektriğe çevirerek. Bu denklemde nükleer santraller de olacaktır. Çok evvelden beri olmalıydı da. Ama hep engellendi.

Nükleer enerjinin karşısında sürekli birileri oldu. Genelde çevrecilik ekseni etrafında kenetlenen bu gruplar nükleer yanlısı gördükleri fikir, girişimleri eleştirir, projelerin uygulanmasını önlemeye çalışırlar. Ve ne y azık ki başarılı olurlar.

Bir kaç gün önce bu konuda Türkiye eksenli bir deneme yazısı yazmıştım.  Bu tartışmalar yapılırken okumam gereken haberler süzgecime ABD’de bir nükleer santralin daha lisans onayı aldığını yazan yazı takılmış. Bu bilgiyi Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) nın 26 Nisan tarihli Açık Mektubu ve yanıtları ışığı altında değerlendirme ve araştırma firsatım oldu.

Önce bir açıklama yapmam gerek. Yabancı bir ülkenin, mesela ABD’nin, herhangi bir yerinde şu veya bu nükleer santraline onay verildi türünden haberler her an her yerde çıkabilir. Daha sonra “hayır onay verilmedi” diye  yalanlanabilir, veya onay verilen santraller geciktirilebilir, inşaatlarına hiç başlanılmaz. Ben ne zaman nerede nasıl bir gelişme olacağını, kimin ne tip bir haber uçuracağını bilemem ve kestiremem. Zaten bilmem de gerekmez. Çünkü esas olan kavramlardır, işin pratik ve felsefik boyutudur.

Şimdi de bir önbilgi ve hatırlatma yapalım. Gelişmiş ülkelerde yeni nükleer santrallerin yapımında bir yavaşlama olduğu doğru. Mesela ABD 1979 yılı Three Mile Island kazasından sonra ek nükleer santral yapımını askıya almıştı.

Ama nükleerden kesin olarak vazgeçme diye yaygın bir trend yok. Doğrudur, Almanya böyle bir karar aldı. İsviçrenin’de eğilimi var. Japonya’nın ne yapacağı bilinmiyor ama 5 sene önce nükleer santrallerin sayısını artırma politikasını benimsemişlerdi. Bu karar büyük bir olasılıkla uygulanmayabilir. Gerçi Japonların ne yapacağı bizi ilgilendirmez.

ABD de nükleerden vazgeçmiş değil. Halen aktif olan 65 santralinde çalışan 104 nükleer reaktöründe toplam  106 GW (gigawat) kurulu güç kapasitesi var. Geçen yıl  tükettiği elektriğin %20sini bu santraller karşılamış. Geriye kalan %80 için gerekli enerjiyi değişik kaynaklardan sağlıyorlar. En önemlisi de doğal gaz.

ABD dünyanın en büyük enerji ihracatcısı olma yolunda

Doğal gazla çalışan 5529 jeneratörü toplam 467 GWlık güce sahip. İlaveten kömürle çalışan santrallerde yerleşik toplam 342 GWlık, ki bunlara linyit de dahil, petrolle çalışan santrallerinde ise 62GWlik güç kapasiteleri var. Hidorelektrik, rüzgar, jeotermal, biokütle, ve diğerlerini de unutmamak gerek.

Bu sene 62 yıldan beri ilk kez ihraç ettiği petrol ürünü yakıt ithal ettiği ham petrolü geçecek. Son 1o yıldaki teknolojik gelişmeler metan gazını  (Shale Gas) geri kazanmayı ekonomik kılınca ihtiyaçlarının üzerinde enerji rezervleri olduğu anlaşıldı. Şimdilerde LNG yolu ile enerji ihracatçısı olmaya hazırlanıyor.

Kısacası, Amerika Birleşik Devletlerinin bir enerji krizine girmesine gerek yok. Kaynakları bol, kurulu gücünü baz alarak yeni bir enerji portföyü oluşturabilir. Bu bağlamda yeni nükleer santraller de açılacaktır.

Mesela Florida, ki bu eyalette nükleer santrallerin elektrik üretimindeki payi %13.5 gibidir, Levy reaktörü e açılma izni verildi. Son 4 ayda üçüncü reaktör. Arkası da gelecektir herhalde. Neden açacaklar bilmiyorum. İlerde nükleer santralleri devre dışı bırakırlar mı bunu da bilmiyorum. Kendi ekonomik/ulusal denklemleri ve global çevre kararları ile uyumlu politika üretip  karar veriyorlardır. Bu onların sorunu.

Mesela Kaliforniya. ABD’nin birinci, dünyanın sekizinci büyük ekonomisi. 2010 yılı Gayri Safi Milli Hasilasi (GSMF) Türkiye’ninkinin   iki katı. Emisyon ve çevre standardlarının her fırsatta en katı uygulandığı eyalet. Yeni veya eski nükleere hayır diyor ama mevcut nükleer santrallerde ürettiği elektriğin toplam elektrik tüketimindeki payı %15.7. Eyalet içi elektrik enerjisi arzı, talebi karşılamıyor, bu nedenle tükettiği elektriğin yaklaşık üçte birini çevre eyaletlerden ithal ediyor. Elektrik ithalat oranı  ABD’nin en yükseği.

Kaliforniya, ortalama %1.5 olarak beklenen 2012-2022 arasndaki yıllık elektrik talep artisini karşilamak için ek kurulu kapasite yapacak ama ithalata devam ederek, yenilenebilir enerji ve tasarruf yatırımları yaparak (linkde bu eyaletin enerji tasarruf karnesi de var), ikame enerji denklemini sürdürmeyi planlıyor. Bu da Kaliforniya’nın şartlarına uygun bir çözüm herhalde.

Sanayi elektriksiz kalmamalı

Hemen belirteyim burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var. O da şu: Sanayisini elektriksiz bırakmayan bir başlangıç noktasından hareke geçiyorlar. Nükleer enerji de dahil olmak üzere istikrarlı bir enerji portföyü olan gelişmiş ülkelerin avantajı da bu zaten. Almanya 2022 yılında tüm nükleer santrallerimi devre dışı bırakmaya karar verdim dedi. O tarihe kadar sanayisine düzenli elektrik verebilecek yatırımları yapamazsa bu kararından vaz geçer mi? Bilemem. Belki de gecebilir. Zaten bir kere bu karardan vaz geçmişlerdi. Fukushima’nin ardından yeniden uygulamaya aldilar.

Türkiye de, Kaliforniya gibi, ihtiyaç duyduğu elektrik enerjisini çevre ülkelerden karşılama alternatifine sıcak bakabilir, ve bakmalıdır elbet. Gerekli şebeke bağlantılarını kurmalı, Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan, İran’dan, Irak’tan elektrik ithal edebilmelidir. Avrupa şebekesine bağlanabilmeli, kullanabilmelidir. Mesela, elektriğinin %75inden fazlasını nükleer enerji kanalı ile üreten Fransa’dan elektrik alabilmelidir.  Almanya da alıyor veya alacak da. Bu olanaklara kapılarını kapamamalı, her alternatifi önyargısız masaya yatırmalıdır ki elektriksiz kalmayalım. Bu opsiyonlar arasında degerlendirelim nükleer santralleri.

Sanayi düzenli elektrik ister. Kimya fabrikasını, cam fırınını, plastik enjekte makinesini elektrik kesilecek diye durduramazsınız, elektrikler kesilse yeniden geldiğinde üretime bıraktığınız yerden başlayamazsınız. Makinalarınızı, üretim hatlarınızı temizlemek, yeniden kalibre etmek gerekebilir ki bu da üretim zararına, verimlilik kaybına yol açar. Eskiden sürekli elektrik kesilirdi Türkiye’de. Bu yüzden hemen hemen bütün sanayi tesislerinde jenarator vardir. Maliyeti artiran bir faktördür. Sanayici ya zam yapıp bizim
cebimizden alır, ya işçisinin ücretinden keser, ya da vergi kaçırma gibi diğer yollardan telafi etmeye calışır. Enerji ihtiyacı çok yüksek olan şirketler kendi santrallerini kurmuşlardır.

Tasarrufla kapasite ihtiyacı karşılanamaz

“Savurganlığa son” ve yüzde 100 kendine yeterli üretim tipi yaklaşımlar tüketilen elektrikte yapısal tasarruflar sağlayabilir. Bu yöntemler kapasite artırımına alternatif olamasalar da çözümün içine dahil edilmelidirler. Ama bu iş bir günde olmuyor, ayrıca istikrarli bir elektrik enerjisine olan ihtiyacı da sıfırlamıyor.

Japonya yıllardır, uzun vadeli enerji denkleminin içinde birbiri ile etkileşen parametreler arasında, yapısal iyileştirme kavrami olarak tasarruf kazanımlarını hesabına katıyor, uygulamaya sokuyor. Mesela elektrikli aletlerin standartları değişiyor. Mesela bina standartları değişiyor. Mesela insanlar yazın işlerine kısa kollu gömleklerle gelsin kravat takmasın, kışın da kazak giysin diye yönetmelik çıkartıyorlar. Akıllı binalarda klimalar önceden belirlenmiş bir sıcaklık eşiği aşıldıktan sonra çalıştırılıyor, ışıklar söndürülüyor, ampuller LEDye cevriliyor.

Esasen Japonlar klima kullanmaktan vazgeçseler enerji sorunları da hafifler çünkü yaz ve kış aylarında azami tüketim durumunda talebin %40ı klima kullanımından geliyor. Ağustos ayında Tokyo’daki taksi ve arabalar soğutucularını çalıştırmasalar şehirdeki hava sıcaklığı bir veya iki derece düşer.

Her bir standart değişimi bir sürü şirkete rant da yaratıyor tabii. Nemalanan da çok bu işten. Akıllı bina akılli klima dediğiniz yeni yatırım. Enerji tasarrufu olarak geri dönmesi kendini amorti etmesi 10 yıl alabilir. Evlere güneş panelleri yerleştiriyorlar devlet bunları 10 yıl 15 yıl sübvansiye ediyor ki bireyler zarar etmesin.

Acil yöntemler işe yaramadı, nükleer olmayınca cari açık patladi

Japonlar gecen yaz elektrik sıkıntısı çekmemek için bir sürü acil yol denediler ama şok tedavi de hemen etki göstermiyor. Bu yöntemlerle elde edilen kazanımlar sabit sanayi ihtiyacını  düzenli bir şekilde tatmin de etmiyor. Doğal olarak da ne oluyor? Firmalar kendi elektriklerini üretme yoluna gidiyorlar. O zaman ne oluyor ? Maliyetler artıyor, rekabet düşüyor. Japonya’nın artan doğal gaz yatırımları ve ithalatı enerji maliyetlerini ve hammadde ithalatını rekor düzeyde arttırmıştır. Bu durum hem ekonomik dengelerini bozarak cari açık vermesine sebep olmuş, hem de CO2 emisyonlarında artışlara yol açmıştır.

Ama sanayilerini elektriksiz bırakmadılar. Fabrikalar çalışma saatlerini değiştirdi ,yeni jenaratör yatırımı yaptı, çalışanlar da fedeakarlık gösterdi ve geçen yaz mevsimini kazasız kapadılar. Bu yaz gene azap bekliyor olabilir. Uzun vadede CO2 emisyon ve elektrik enerjisi denklemini de çözeceklerdir. Bu da Japonların sorunu.

Bizim sorunumuz ise şu. Büyüyen ve gelişen sanayimizin, istekleri ve ihtiyaclari artan toplumun, yurt sathına yayılan veya yayılacak kentlesmenin getirdiği ilave elektrik enerjisi gereksinimlerini kısa, orta, ve uzun vadede güvenilir, makul fiyatla, çevre ve insan sağlığına duyarlı ve istikrarlı bir sekilde nasıl karşılayabiliriz?

Bu denklemin çözümünde doğalgazın, kömürün, fuel-oil in yeri var, zaten kurulu kapasite de var. Güneşin, rüzgarın, jeotermalin ve nükleerin de bir yeri olacaktır.

40 yıldır tartısıyoruz nükleer enerjiyi . Bir rekor herhalde bu. 32 yıl önce genc bir mühendis adayı olarak Akkuyu’nun inşaatında staj yapmıştım. Onca yıl sonra ortada hala bir tek santral yok. Ilk başlamamız Japonya ile aşağı yukarı aynı zamana denk gelir, bu santralleri kurabilseydik yetişkin işgücümüz, yan sanayiimiz olabilirdi. Almanya gibi, Isviçre gibi “nükleer santralleri 2022, 2030 yıllarında devreden cıkaralım mı” deme lüksümüz de olurdu. Bugün bunu diyemiyoruz, ayrıca gelip nükleer santral kursunlar diye elaleme teşvik vermek zorunda kalıyoruz çünkü tartısmasına tartıştık da, inşaat ve işletim uzmanlığı/tecrübesi oluşturamadık. Lafla olmuyor bunlar yaparak oluyor.

Santrali kuracak olan Ruslar’ın cebine koymayı tahaddüt ettiğimiz miktar 12.35 centten (15 yıl) alım garantisi. Kimilerinin görüşüne göre iyi.

Teşvikler, yatırımlar somut politikalar. Işleme konulabilen ve bitirildiğinde düğmeye basıp bir sonuc alınabilinecek uygulamalar.

Güneş için de teşvik veriyoruz. Neden? Bu yolla üretilen elektrik henüz konvensiyonel elektriğe göre daha pahalı (zehirli panel alınırsa belki ucuz ama sonrası var) da ondan. Ancak bu teşvik düşük, 13.5 Cent. Yeterli olabilir mi? Mesela Japonya’da geri alım fiyatı 42 yen. Konut elektrik ücreti kilovat saat başına 23.3 yen. Geri alım garantisi nerede ise elektrik tarifesinin iki kati. Bizim verdigimiz teşvik yatırımcıyı ceker mi? Almanya verdiği garantilerden pişman oldu diye görüşler var. Doğrudur.  Panel fiyatları cok düştü çünkü. Belki de bu noktada onlarla aynı durumda bulmak  istemiyoruz kendimizi. Ama güneş enerjisinin teşvik edilmesi hedefleniyorsa neden her isteyene lisans verilmiyor? Neden geri alım fiyatları daha yüksek değil? Fiyat belirlemede ne baz alındı? Japonya’nın kriterleri belli bizimkiler nedir?

Yoksa kalkınmamızı gazyağına mı endeksledik. Halkımıza hadi siz bununla yetinin demeyi mi düşünüyoruz. Ayıptır söylemesi 1980li yıllarda Cumhuriyet’in başkenti Ankara’nın güzide Kavaklıdere semtinde bendeniz gaz lambsı ile aydınlatınan geceler geçirdim, nostaljik gelir.

Zaten Tokyo’daki luks mağazalarda Alman yapımı şık gaz lambaları satmaya basladılar (foto). Tanesi 50 ABD doları. Kullanma kılavuzu da var. Resimle izah ediliyor. Değişik geliyor herhalde. Kısa vadede bir ceşit eğlence gibi yani. 35 milyonluk metropolde bireysel çevrecilik oynuyorlar. Ama bunu Türkiye’deki 16-18 yaş gençlikten istemek hem de yaşamları boyunca aynı fedakarlığı beklemek ne kadar gerçekci olur bilemem.

Yorum bırakın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s