Jenaratör varken nükleere ne gerek var
Sanayileşmemizin gizli kahramanı “jenaratör” dür. Devletin enerji politikasına güvenemeyen, kurulu tesislerden düzenli ve yüksek kalitede enerji elde edemeyen sanayici çözümü fabrikasına jenaratör yerleştirmekte bulmuştur.
Türkiye’deyken özel bir bankada Sermaye Piyasaları ve Menkul Kıymetler Müdürü olarak çalışmıştım. Bu sayede Gaziantep’den İzmir’e, Bursa’dan Antalya’ya, Denizli’den Istanbul’a, oradan Trabzon’a Türkiye’nin pek çok beldesini gezmek, oralardaki fabrikaları, sanayi şirketlerini, organize sanayi bölgelerini yerinde incelemek fırsatım olmuştu.
Tüm tesislerde ortak nokta- Jenaratör
Türk sanayiinin kalbinin attığı Istanbul- Adapazarı hattındaki fabrikalarda, Anadolu kaplanlarının ilk palazlandığı Gaziantep’deki irili ufaklı tesislerde, Ege’deki girişimcilerin imalathanelerinde ama küçük ama büyük mutlaka bir jenaratör vardı. Olmayan da mutlaka bir yolunu bulup elde etmeyi isterdi.
Türk sanayiinin olmazsa olmazıydı jenaratör. Düzenli elektrik üretemiyorduk çünkü. Barajlar yapıyor, termik santraller kuruyorduk ama sanayii ve ekonomi daha hızlı büyüyordu. Elektriğimiz yetmiyordu. Olan da zaten düşük kaliteliydi. Voltajı da tutturamıyorduk galiba. Çok sık kesilen elektrikler sanayide düzenli ve yüksek kaliteli üretim yapılmasını da engelliyordu. Ayrıca elektrik pahalıydı.
Jenaratörlerin vergi yükünü hafifletmeye yarayan ayrı bir işlevi daha vardı anladığım kadarı ile. Ama bu konu bu yazıda ele alınmayacak.
Bir yılan hikayesine dönen nükleer santraller
Memleketin enerji darboğazına girmesine gerek yoktu aslında. Yeterince doğal kaynağımızın olduğu söyleniyordu. Ayrıca bir nükleer santral kurulmasının planlanmasına başlamıştık. Taa 40 yıl önce. Akkuyu santraliydi bu. Ben genç bir mühendis adayı olarak staj yapmıştım bu tesisin yol haritasının ve harfiyat hesaplarının keşfinde 32 yıl önce. Kısacası Japonlar ile aşağı yukarı aynı zamanda başlamıştık nükleer santralleri stratejik enerji denklemine almayı düşünmeye.
Bugün hala Akkuyu nükleer santralini tartışıyoruz. Şaka gibi geliyor ama değil. Daha doğrusu sanki bir eşek şakası bu. Bunca yıla rağmen kuramadığımız bu santralin karşısında hep birileri olmuştur. Genelde çevrecilik ekseni etrafında acımasızca engellendi bu girişimler.
Eskiden adı Türkiye Elektrik Kurumu olan kuruluşumuzda bir sürü genç mühendis bu konuda çalışma yapmıştır. Binlerce sayfalık araştırmalar var duyduğum kadarı ile. Nerede şimdi bunlar? SEKA’ya kağıt yapılmak üzere gönderilmiş olmasın? Girişimlerimiz engellenmekle kalınmadı, konu ile biriktirdiğimiz yazılı bilgi sermayesini de yok ettik.
Nükleerse hayır! İstemezük
Konuyu dağıtmamak gerek. Geçen gün Çernobil faciasının 26 yıl dönümü dolayısı ile Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’na bir açık mektup yazdı. Nükleer santral politikasını eleştiren, “bütün dünya bu santrallere karşı bu işi durdurun” diyen.
Mektubun temelinde, EMO’nun deyişi ile, nükleer enerji üretimiyle doğalgaz kullanımında tasarruf yapılacağı iddalarının gerçek olmadığı rakkamlarla ortaya konulması var. Yani bir hesap yapılmış, bu hesaba göre nükleer enerji yolu ile Ruslara ödeyeceğimiz paranın doğalgaz yolu ile ödediğimizden fazla olacağı bulunmuş.
Ama hesap yanlış!
Zaten yanlış olmasa da önemli değil, çünkü bu tip konularda argümanlar ve prensipler önemlidir.
Peki benim görüşüm nedir nükleer enerji ile elektrik üretilmesi hususunda?
Nükleer santrallere hakça (adil) bir şans verilmesinden yanayım. İnsanların korkutarak enerji bağımsızlığı konusundaki çok önemli bir alternatifin halkın elinden bu şekilde alınmasına karşıyım. Öte yandan nükleer tehlikesizdir merak etmeyin türünden ucuz kahramanlılara da karşıyım ve bunu daha önce bu blogda yazdığım bir yazıda da çok açık bir şekilde ifade ettim.
EMO’nun açık mektubunu okuduktan sonra ben de oturup onlara bir mektup yazdım (30 Nisan’da). Biraz düzeltilmiş haliyle aşağıda veriyorum.
—–
Bu Açık Mektup kanalı ile görüşlerinizi bizlerle paylaştığınız için teşekkür ederim.
Nükleer enerjiye karşısınız, bu yazdıklarınızdan anlaşılıyor. Ama neden karşısınız? 1) Başkaları karşı olduğu için mi?, 2)Maliyetlerin söküm, temizleme, ve emniyet masrafları bindirildiğinde çok pahalı noktalara geldiğini gösteren hesaplardan dolayı mı?, 3)Potansiyel çevre ve sağlık tehlikelerinden dolayı mı?, yoksa 4)Bir Japon politikacı karşı diye mi?
Türkiye’nin giderek artan bir enerji ihtiyacı olduğu yolundaki veri ve argumanları sorguluyorsunuz. Sizce böyle bir ihtiyacımız yok mudur? Olmaması normalmidir? Varsa, ve enerji açığı oluşacak ise sizce bu açığı ne ile kapatmak doğru olacaktır? Ülke kaynakları dediğiniz nedir? Linyit midir? Jeotermal midir, yoksa güneş midir? Bu yolla üretilen enerji sanayi ihtiyacını düzenli olarak karşılayabilir mi? Bu konudaki görüşünüze kısa da olsa yer verin ki ne düşündüğünüzü ve soruna nasıl bir çözüm önerdiğinizi de anlayalım.
Ayrıca;
Mektubunuzda değindiğiniz hususların pek çoğu önemli ama geniş bir yelpazeye yayılmış ve tartışmaya açık konular. Bu konuları metnin içine kesin gerçeklermiş gibi koymusşsunuz. Ama her ayrı konudaki düşünceleriniz nedir yazmamışsınız.
Örneğin, Finlandiya’da sorunlu bir reaktör inşaatından söz etmiş, artan maliyetlere dikkat çekmişsiniz. Olkiluoto 3 santralinden bahsediyor olmalısınız. Biraz araştırma yapınca inşaat maaliyetlerinin yeni yapım teknolojisi kullanılmasından dolayı artmış olabileceği anlaşılıyor (ayrıca Greenpeace raporu da burada)
Yüklenici firmaların maliyet artışından dolayı zora düşmeleri, ithilafa girmeleri ender rastlanılan bir sorun degil. Tahkim komiteleri de bu yüzden var.
Nükleer santraller hakkında her ülke kendi durumuna uygun bir karar veriyor. Kapatılması için somut adımlar atanlar var. Mesela Almanya, bir süredir nükleer/yeni enerji dengesini ayarlayan, Avrupa şebekesini kullanmayı öne alan bir politika izliyor. Mesela Japonya, Fukushima’nin ardından reaktörlerini bakım veya stress testine aldı ve şu an itibari ile tamamını bu nedenle durdurdu.
Öte yandan yeni reaktör inşa edenler de var. Mesela Fransa. ABD’de 30 yıldan bu yana ilk nükleer santral yapımına izin bu Şubat ayında çıktı. Bunun hemen akabinde Mart ayında bir inşaata daha izin verildi. Diğerleri de gelecektir. Güney Afrika şaşırtıcı bir atak yapiyor. Baltık ülkeleri de aynı şekilde nükleer santralleri planlamaya alıyorlar. Çin’den hiç bahsetmiyorum çünkü sayı itibarı ile en fazla nükleer santral orada yapılacak.
Bu arada değinmeden edemeyeceğim, örnek gösterdiğiniz Finlandiya, ki nüfusu 5.5 milyon civarındadır, sorunlu santralinin inşaatına devam ediyor. Ayrıca mevcut (işlteme halindeki) iki santralinde dört tane nükleer reaktörü var. Nükleer enerji ile ürettiği elektriğin toplam elektrik içindeki payı %28.4!
Baskalari yapıyor diye yapmayalım, ama başkaları kapatıyor diye de yapmaktan vazgeçmeyelim.
Japon milletvekili Taro Kono bir politikacıdır. Her politikacı gibi savunduğu görüşleri ve bu görüşleri nedeni ile kendisine oy veren seçmenine karsı olan sorumlulukları vardır. Onun fikirlerine yer veriyorsanız karşı fikirlere de yer verin ki Japonların neyi neden tartıştığı anlaşılsın. Kono’nun, mektubunuzda yer verilen görüşleri daha önce de yabancı basında da yer aldı (buraya tıklayarak okuyabilirsiniz) Kendisinin esasta nükleere karşı olma sebebi kullanılmış yakit sorunundandır (MOX) ki bu konuya biraz önce link verdiğim makalenin sonunda hafifçe değiliniyor. Eğer Taro Kono’nun (Japonca) web sayfasına girerseniz bu konuyu detaylı olarak işlediğini görürsünüz. Sizin bu konu hakkındaki görüşleriniz nedir? Bir araştırma yaptınız mı? Japonya’nın karşılaştığı sorun ile bizim karşılasacağımız sorunlar aynı mıdır?
Ayrıca, Japonya’nın elektrik ihtiyaci artmayacak, büyük olasılıkla aynı kalacak veya düşecek. Yani yeni nükleer santral yapmalarına gerek de yok bir anlamda. Taro Kono politikalarını şekillendirirken bu doneleri de hesaba katıyor.
2050 yılında nükleersiz bir Japonya istiyor Taro Kono. Bunu isterken Japonya’nın 2050 yılında nasıl bir ülke olacağını aşağı yukarı bilerek konuşuyor. Şu anda 118 milyon olan nüfusları 2050 yılında, 95 milyon civrına inecek. 2100 yılında ise 45 milyon olacağı tahmin ediliyor. Demografik trendleri Sağlık ve Çalışma Bakanlığı verilerinden derledim. Ayrıca Japonya’nın yaşlanma sorunu için Wikipedi’de ayrı bir bölüm de var.
Şu anda yurt dışı göçe izin vermeyen Japonya’nın 2050 yılındaki enerji ihtiyacı da bu yüzden bugüne göre çok daha fazla olmayacaktır. Bir Japon milletvekili bu tip veriler eşliğinde, ve elinin altında 180 GW lık bir toplam elektrik enerji üretim kapasitesi varken bir politika oluşturmuş olabilir ama bu bizim içinde olduğumuz duruma uyar mı? Taro Kono Turkiye’nin karşılaştığı enerji denklemini çözmek zorunda olsaydı ne yapardı? Neyi savunurdu? Sordunuz mu?
Son olarak, mektubunuzda bir hesaba yer vermişsiniz. 80 milyar kilovat saat karşılığında Rusya’ya 9 milyar 880 milyon dolar ödeme yapılacağını, bu miktarın şu anda doğalgaz alımı yolu ile bu ülkeye yapılan kaynak aktarmından 2 milyar 680 milyon dolar daha fazla oldugunu “matematik hesabı” ile göstermişsiniz.
Enerji Bakani’nin verdiği söyleşideki 80 milyar kilovat saat “iki santral için ” dile getirilmiş, yani Akkuyu ve Sinop Santralleri için (kaynak CNN Turk). Bu iki santralden sadece Akkuyu’yu Ruslar aldı. Anlaşmaları yapıldı. Sinop’u kimin aldığı henüz bilinmiyor. Japon konsorsiyumu alacaktı ama deprem oldu ertelendi sonra geçen hafta Kanadalı bir firmanin adı gecti.
Dolayısı ile matematik hesabınızda yanlış var.
Zaten Akkuyu santralinin kurulu kapasitesi 4800 MW olacak. Bu kapasitede bir santralin üreteceği elektrik miktari 37 milyar kilovat saattir (4800000*24*365*0.90). 12.35 cent başına bu miktar 4.7 milyar dolar eder. Sinop santrali için adı geçen kapasite ise 3000 MW. Bu güçte bir santralin üreteceği elektrik de 23.6 milyon kilovat saattir ( %90 verimlilik oranı kullanıldı).
İkisini de Ruslar almış olsa ve Sinop’ta da 12.35 den geri alım garantisi verse bile maliyet 7.2 milyar dolara gelir.
Sitenize girdim ve ülkemizin enerji politikası hakkındaki çözüm önerilerinizi basit ve anlaşılır dilde anlatan bir döküman bulmaya çalıştım. Gözümden kaçmış olabilir. Öneriniz nedir açıklayabilirmisiniz?
Saygılarımla
Reblogged this on …S.a.S… and commented:
Hep Japonya üzerine yazılar yayımlayacak değilim. Bu sefer ki, Erol Emed kaleminden…
Teşekkürler
EMO gibi bir kurumdan bir kaza resmi ve o bunu dedi su bunu dedi seklinde politikaci agziyla yazilmis bir mektuptan ziyade David MacKay’in yaptigi gibi arti ve eksileri ile sayilari ortaya koyan bir inceleme yazisi beklerdim (bakiniz http://www.inference.phy.cam.ac.uk/withouthotair/). Hayal kirikligina ugradim.