Japonya’laşan Türkiye ile Türkiye’leşen ABD
Tokyo, 1 Ağustos 2011- Avrupa Birliği bir süredir Yunanistan, Portekiz, İtalya, İspanya’nın borç sorunları ile uğraşıyor. Şimdi de ABD iflasın eşiğinde duruyor. Önümüzdeki bir kaç saat içinde yönetime ek borçlanma yetkisini veren tasarı onaylanıp da yürürlülüğe girmez ise ise asker ve emeklilik maaşları, faizler gibi vadesi gelen ödemelerin bir kısmı yapılamayacak ve ABD Hazinesi temerrüte düşecek, yani teknik olarak da olsa müflis sınıfına girecek.
Osmanlı maliyesi de 112 yıl önce iflas etmişti.
Amerika’nın ve AB’nin durumları bana Ahmet Altan’ın Ondokuzuncu yüzyıl sonu ile Yirminci yüzyıl başı Osmanlı Imparatorluğu’nun siyasi ve sosyal dokusunu fon yapan Kılıç Yarası Gibi adlı romanında geçen, ve aşağıda bir kısmını aktardığım hayali diyaloğu hatırlattı.
Kitabın 132. sayfasında, hikayenin kahramanlarından Ragıp Bey birikmiş maaşlarını almak için Maliye Nezaretine gider. Binanın girişi mahşer kalabalığı gibidir, hazinede akçe bitmiştir. Görevli memurlar kendisine maaş ödemeye yetecek para olmadığını açıklayınca Ragıp Bey sinirlenir, ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:
– Uzun etme birader, maaşlarımı ne zaman alacağım?
– Anlamıyor musun zabit efendi, para yok diyorum, para yok…
– Koskoca Osmanlı’nın zabitine verecek parası yok mu?
– Zabitine değil, seraskerine bile verecek parası yok.
– E, ne olacak? …
– Olacağı, başının çaresine bakacaksın.”
(zabit Ragıp Bey “devlet batmış, devlet batmış diye söylenerek binadan çıkar)
Yirmibirinci yüzyılın büyük devletlerinin maliyeleri gitgide geçen yüzyılın başlarındaki Osmanlı’ya benzerken, Şükrü Kızılot’un 25 Temmuz tarihli yazısı, yabancı dilleri katletme konusunda bizim de Japonya’laştığımıza işaret ediyor.
Orta sınıfın yükselmesi ve yeni bir dilin doğuşu- Japanglish
Japonlar, bir sürü yabancı sözcük kullanarak hiç bir anlamı olamayan cümleler kurma konusunda çok aşama kaydettiler ve Japanglish diye yeni bir dil yarattılar.
Uniqlo “Unique Clothing”, Bridgestone Japonya’da yaygın bir soyadı olan “Ishibashi” nin tersten yazılmışının İngilizcesi, bir güvenlik şirketi olan ALSOK “All Security OK” den geliyor. “Pocari Sweat” bir spor içeceği. Bilmeyenler için “sweat” ingilizce bir kelime olup Türkçe karşılığı “ter” demek. Pocari’nin anlamını sizin hayal gücünüze bırakıyorum.
Zamanınız varsa bu linki tıklayıp daha fazla örneğe ulaşabilirsiniz.
Ben bu trendi muhafazakar bir orta sınıfın yükselmesine bağlıyorum. Hem üretici hem de tüketici olarak halk ekonomideki payını arttırdıkça kendine has bir kültürü de geliştiriyor. Japonya’da “orta direk” tabana yayılmamış olsa idi Japangrish de bu denli tutunamazdı.
Yabancı sözcüklere farklı alfabe
Konuşma ve yazma dilini yabancı sözcük istilasına açma, ve aynı zamanda bu istiladan koruma konusunda Japonlar bambaşka bir boyuttalar. Bu tip kelimelerin yazılması için Katakana denilen bir alfabe geliştirilmiş. Böylece bir cümle içinde anlamadıgı bir sözcük gören okuyucunun farklı dilden alınma bir kelime ile karşılaştığının farkına varması ve boşu boşuna anlamı üzerine kafa yormaması sağlanmiş.
Japonca okunuşların yazıldığı Hiragana alfebeleri de ayrıca var. Hiragana ve Katakana 51er harfli. Yazı dilini oluşturan Çin alfebesindeki karakterlere ise Kanji deniyor. Günlük dili anlayabilmek için 2500 Kanji bilmek gerekli. Entellektüel olabilmek için de 10,000 Kanji lazım.
Bu kurala istisnalar da var elbet. Mesela kızartmanın Japonca karşılığı tempura, Portekizce’den gelme ama hiragana alfebesi ile yazılıyor. Birisine domo arigato diye teşekkür ediyorsunuz. Arigato da Portekiz kökenli, Obrigado’dan uyarlanma ama Japoncalaşmış ve hiragana alfabesi ile yazılıyor. Tabako sigara demek ve ingilizce tobacco dan uyarlanma ama bu sözcük de hiragana alfebesi ile yazılıyor.
Dil Türkiye’de uzlaşmadan çok çatışma kaynağı oldu
Türkiye’de eskiden beri yabancı sözcükler günlük konuşma dili içine çekilmiş veya sıkıştırılmıştır. Dilimizi korumakla görevli resmi veya gayri-resmi kurum veya kişiler de bu uygulamaları eleştirmiş, veya engellemeye çalışmıştır. Bir kavramın orjinalini bilip de Türkçe karşılığını bulamayan veya bulmak için çaba harcamayanlar kınanmış, küçümsenmiş hatta bazı durumlarda şiddete bile maruz kalmışlardı.
Ayrıca, dilimizin kullanılış biçimi ve sözcük seçimi siyasi görüşlerin veya dünyevi felsefelerin deklare edildiği bir platforma da dönüşmüştü. Toplumda iletişimi sağlama, özgür, yaratıcı, ve bilimsel düşünceyi teşvik etme rolü olan dil, kutuplaşmaların ve anlaşmazlıkların kaynağı bile olmuştu.
Muhafazakar bir orta sınıfın Türkiye’de de yükselmesi sonucu aynı Japonya’da olduğu gibi bu kutuplaşma sona erecek ve “ortalama” bir dil kabul görecek. Yabancı diller sadece elit ve eğitimli bir kesimin, veya “gurbetçiler”in tekelinden çıkacak. Bu orta sınıf her alanda yetki ve etki sahibi olunca “Japangrish” türü dil katliamları o kadar artacak ki artik tek tek bunlari haber yapacak veya eleştirecek halimiz de kalmayacak. TCDD örneğindeki tabela ve benzeri misaller hızla çoğalacaklar.
Ural-Altay’dan kardeş iki dil: Türkçe ve Japonca
Japonca ile Türkçe arasında beni bugün bile şaşırtmaya devam eden benzer noktalar var. İki dil arasındaki gramer ve fonetik paraleller aynı coğrafi köklerden gelmiş olabilecekleri tezini güçlendiriyor, çünkü halk diline yerleşen bazı deyimler ve kullanımlar var ki kültürel olarak yakın etkileşimler olmadan bunları dile yerleştirmek kolay değil.
Geçenlerde “bir olaya gebe olmak” diye bir cümlenin Japonca’da da aynı anlamda kullanıldığını öğrendim. Sigara Türkçe’de “içilir”, aynı suyun içilmesi gibi. İngilizce’de “tüttürülür”. Japonlar “nefeslerler” ama “iç bi cigara” denildiğinde ne anlama geldigini de anlıyorlar.
Ben İstanbul”a” gidiyorum onlar Osaka”e” gidiyor. Biz Fransız”ca” diyoruz Japonlar Furansu”go”. Ayşe”cik” burada Ayşe”çan”. “Çay” a “çai” diyorlar. Suya da “sui”. E bizim hanımın ismi de zaten Ay.
Evlere girilmeden ayakkabılar çıkartılıyor. Japonya’nın kırsal kesiminde halkın yüzde doksanı yerde yatar, alçak masalarda yer. Geleneksel tuvaletleri bizim “alaturka”. Çok afedersiniz “büyüğü” yaptıktan sonra mutlaka taharetleniyorlar. Zaten Japonların dünyaca meşhur o poponuzu yıkayan TOTO tuvaletini bulanın bir Türk olduğu konusunda güçlü rivayetler var.
Ordu-siyaset iliskilerinde de Japon modeli
Türkiye’nin Japonya’laştığı bir diger alan da Ordu – siyaset iliskileri. Ordu burada da kutsal bir kavram. Ama Japonya’nın ordusu yok. Ülke İkinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkınca Galip Devletler (ABD) büyük bir tasfiyeye gitmiş. Komuta kademesi kurulan özel mahkemelerce ülkeyi savaşa sokmaktan ve katliam yapmaktan suçlu bulunup idam edilmişler. Yapılan yeni Anayasa ordunun tarifini değiştirmiş ve “Kendini Savunma Gücü” (KSG) yapmış. Anayasaları yurtdışına asker gönderilmesini, başka devletlere savaş açılmasını yasaklamış. Siyaset içinde yoklar.
Yedi sene once KSG, 1945 yılından beri ilk defa Japonya sınırları dışına çıktı ve BM destekli bir görevle Irak’a gitti. Bayagi bir heyecan oldu. Biraz da garip oldu çünkü Japonya’da bu kadar gürültü çıkınca Irakli ağalar ve korucular mesaj gönderdiler “merak etmeyin siz bizim misafirimizsiniz biz sizi koruruz zarar gelmesine izin vermeyiz korkmadan gelin” dediler.
Son yıllarda Türkiye’de orduya yönelik operasyonlar netice açısından Japonya’da olanlar ile benziyor. Bir farkla. Japonlar büyük bir savaştan yenik çıktıkları için bu yaptırımlar dikte edilmişti. Türkiye’de ise süreç yakın tarihimizdeki gelişmelerin yarattığı dinamiğin etkisi ile işliyor.