Palau: Bir sualtı cenneti
not: bu sitedeki içeriklerin (yazı, fotoğraf, link vs) her hakkı Yazar’a aittir. izinsiz kullanılamaz/copyrighted material, contact erolemed@me.com
• Pasifik’de küçük “Lost” bir ada
• Denizi, kumsalları ve sualatı zenginliği ile skuba-severler için ideal
• Adaya hapsolmuş bir yerel halk tekdüze yaşamda takılı kalmış
Palau Cumhuriyeti, coğrafi olarak Yeni Gine’nin kuzeyinde Filipinler’in doğusunda yer alan ve Mikronezya diye bilinen adalar topluluğunun bir parçası. Dünya’nın en küçük ve en taze bağımsız ülkelerinden birisi.
“Lost” dizisindeki ada ile ortak yanları çok. Palau’nun da içinde bulunduğu Mikronezya batı Pasifikde Ocenaia bölgesinin bir parçası. Ocenaia’da hani şu Lost’da uçağı düşen Ocenaic Havayolları var ya işte O’nun isim babası.
Japon turistlerin akın akın gittikleri Guam ve Saipan adalarına yakınlığından dolayı turizm potansiyeli yüksek. Ancak Guam kadar gelişmiş olmadığı için daha çok gençlerin, yeni evlilerin, ve sualtı sevdalılarının uğrak yeri olmuş.
Tropik, ve bir su cenneti
Palau’da sualtı (skuba) dalış yerlerinin Cennet’in görsel tanımına uygun büyüleyici bir güzelliği var. Adacık ve kayalıkların arasına sıkışmış beyaz kumsalları, zümrüt yeşili veya turkuaz mavisi denizi zamanı durduran bir güce sahip.
Çevredeki yüzlerce kara parçacıklarında yerleşim veya yaşam yok çünkü su, yiyecek yok ve sık bir bitki örtüsü ile kaplanmışlar. Buralardaki kumsallara günü birlik turlar düzenleniyor, ayrıca skuba yapanlar dalış mevkiine giderlerken mola da veriyorlar.
Zümrüt yeşilinin değişik tonlarının görülebildiği, sadece tropikal seslerin duyulup güneşin kemikleri derinden ısıtan sıcağı altında rahatlayıp iyi bir öğle uykusunun çekilebildiği ender mekanlar.
Eylül ayında gittiğimiz için yağmurlar dinmiş tayfunlar bitmişti ama gökyüzünde dramatik şekil ve renklerde bulut kümeleri görülebiliyordu. Dünyanın bu yörelerinde fırtına sonrası bulutların seyrine doyum olmuyor. Hele deniz berrak, hava açıksa ve renkler tüm canlılığı ile kendini gösteriyorsa.
Çok klişe bir cümle olacak ama usta bir ressamın fırçasından çıkmış, dimağın hayal edebildiği kusursuz bir manzaranın şiir gibi tuvale aktarılan kopyası gibidir Palau. Fakat tamamen hayal ürünü değildir, gerçek bir yerdir. Bir ressam ne derece usta olsa da bu manzarayı bizzat görmeden hayal edemezdi. Mesela Gaugin, en meşhur tablolarını Palau ile aynı coğrafyayı paylaşan Tahiti’de yapmıştır.
Sualtı harikalar diyari
Sualtı ayrı bir büyüleyici tılsıma sahip. Skuba dalışı yaptığım yerler arasında su üstü ile sualtının ahenk içinde olduğu ender mekanlardan biriydi Palau.
Dalmak uzayda yürümek gibi bir şey. Aslında uzayda yürünmez ama dile öyle yerleşmiş. Vücut ağırlığın yok olduğu, tüm dünyevi seslerin yerini derin ve ağır bir sessisliğin fonunda tekdüze nefes sesinin aldığı, yön kavramının kaybolduğu bir tecrübe bu. Hele gece yapılırsa. Çevrede ağır çekim gibi salınarak dolaşan canlılara, binbir çeşit renklere bürünmüş bitki, mercan ve balık örtüsü ile bir olunan deneyim.
Deniz dibinde gün ışığı ile suyun etkileşiminden (su mercek işlevini görüyor) doğan bir sahte bir canlılık var renklerde. O pırıl pırıl albenili balık veya mercan taneleri su üstünde o denli soluk, cansız, renksiz ve hatta itici.
Aynı tecrübe gece dalışları için de geçerli. Gece renkleri ile gündüz renkleri çok farklı. Oysa o dünya aynı dünya. Felsefi ve derin bir anlamı var aslında bunun. Doğanın biz insanlara kendi diliyle verdiği basit ama temel bir mesaj. Herkes, herşey kendi doğal ortamında güzeldir mi desem, vitrin ve görünüş aslında kozmetik bir ilüzyon mu. Yoksa, her şey ama her şey ışığın bize bir oyunu mu. Bilemiyorum.
Sahilde güneş batımı, tüm evrenin ortak paydası
Gene de deniz kıyılarında ve sahil şeritlerinin ortak noktası gün batımı. Dünyanın neresinde hangi kültüre giderseniz gidin mutlaka bu ortak paydada buluşuyorsunuz.
Palau’da sualatı ve sahil dışındaki yaşam
Yazının başında Palau ile Lost dizisinin geçtiği adanın benzer olduğuna değinmiştim. Bilinçli yapılan bir gözlem bu. Lost gibi Palau da sahte bir cennet aslında. Pasifiğin bu köşelerinde gittiğim ada veya ülkelerde gördügüm ortak özellik günlük hayatta tek düzenin de ötesinde bir renksizliğin hakim olduğu idi.
Turizme endekslenmiş
Palau halkı, su altına olan ilgisinden dolayı buraya gelen, ve gidilen bir iki restoran ile kalınan otel veya pansiyonlar dışında ada sakinleri ile bir etkileşime girmeyen biz turistlerden gelen rahat para ile yaşamaya alışmış. Ama geleceksiz ve amaçsız bir yaşam bu, insanları bunaltan, dar bir alana sıkışmış hissini veren bir durum. Denizin altı ne denli güzel ve kusursuz ise denizin üstü de o denli boşverilmiş. Molozlar, düzensiz yapı ve yıkıntılar beşeri hayatın kendini bırakmışlığının adeta delili. İçki ve uyku bir günü diğerine bağlıyor gibi.
Gürültülü şehirlerin gerilimli modern hayatından kaçarak geldiğimiz dünyanın bu ücra köşesinde bizler zamanı durdurabilmeyi ararken, duran zamanı bir türlü harekete geçiremeyen ada sakinleri ile bir arada olmamız absürd bir ortam ve durum yaratıyordu.
Tüm buna karşın insanlarında bir rahatlık ve sevecenlik var. Turizmin düşük olduğu sezonlarda zaman geçmek bilmiyormuş ama. Deniz altı sporlarına ilgileri de çok az. Şehir merkezindeki kilmalı alış veriş merkezi ortak gururları. Ada’nın ortak kültürünü bugüne taşıyan kalıntılar ise çok az. Daha çok yeni yapılan eyalet meclisleri en kültürel yapıları ki bu da Mikronezya mimarisinden çok eski Yunan mimarisini andırıyor.
Gene de Palau, muhteşem denizi, sualtı zenginliği, ve rahat iklimi ile evrenin mutlaka görülmesi gereken bir köşesi.