Uzun yaşamanın sırrı: Hasta olmayın
Geçenlerde hastalanan arkadaşına sabahın erken saatlerinde çaresizce ilaç ve ilk müdaheleyi yapabilecek doktor arayan birinin görüntüleri vardı gazetelerde. (http://www.hurriyet.com.tr/magazin/magazinhatti/16923794.asp?gid=222).
Bir insanın kendini en yardıma muhtaç, zayıf , savunmasız ve aciz hissettiği anlardır bu anlar. Geçen her saniyenin yaşam ile ölüm arasındaki mesafeyi kısaltabiliyor olduğunu bilmek ama gene de, acele etsen de yapabileceklerinin sınırlı olduğunun ve aslında elden fazla bir şey gelemeyebileceğinin farkına varıldığı anlar. Ne para, ne pul, ne de medeniyetin bir fark yaratamadığı, mutlak eşitliğin hükün sürdüğü anlar. Allah yardımcın olsun denilen anlar.
Uzunca bir süre önce hanımın ailesi yemekte iken büyük dede, ki o zaman 95 di galiba, fenalaşmış ve şuurunu kaybetmişti. Tabii biz de hemen acil servisi arayıp ambulans çağırdık. Hızır hemen geldi gelmesine de geldikten sonra bir türlü gidemedi. Gelenler doktor değildiler; açık mavi gömlekli kafalarında kask taşıyan memurlar. Zaten ambulanslar da hastanelerden değil itfaiye merkezlerinden sevk ediliyorlar. Yani komplikasyonları hızla kavrayıp ilk müdahele yapabilme yetki ve becerileri yok. Olmadığı için de önce durumun bir resmini çıkarmaya çalışıyorlar ve bu işe hastadan başlıyorlar.
Simdi düşünün, karımın büyük dedesi fenalık geçirip şuurunu kaybetmiş, biz de ilk yardım çağırmışız. Adamcağız yerde yatıyor, baygın. Eve yardıma gelen muhtereler durumu anlayabilmek için önce bizim baygın büyük dedeye soruyorlar ” amca geçmiş olsun nasılsın? neren ağrıyor?” Cavap yok doğal olarak. Sonra bize dönüp açıklama getiriyorlar “şuuru yerinde değil galiba”!
Trajikomik bir durum. Bu sefer hastamızın ateşini ölçmeye çalışıp tansiyonuna falan bakıyorlar. Bize sorular sormayı da ihmal etmiyorlar. Bütün bunlar olurken ben merak ediyorum acaba hastayı acilen bir hastaneye yetiştirme gibi bir dertleri olup olmadığını soruyorum. Varmış ama şu anda daha önemli olan durumun detaylarına hakim olmak ve en uygun hastaneyi bulmakmış. Peki diyoruz tamam, ama biraz sonra analşılıyor ki en uygun hastane değil aranan, hastayı kabul edebilecek herhangi bir hastane. Hastaneler reddediyorlar. Ya dolular, ya nöbetçi doktor yok, veya başka bir neden. Sigortamız falan her şeyimiz var ama bir işe yaramıyor. Sonuçta evde 40 dakikaya yakın zaman harcıyoruz.
Ben tam bu iki açık mavi gömlekliyi hastanelik edecek iken müjde geliyor. Hastamızı kabul edecek bir hastane bulunmuş. Hemen sevinçle ve acele ile toparlanıyoruz ve nihayet yaklaşık bir buçuk saatlik gecikmeden sonra hastanede ilk müdahele yapılıyor.
Benim de başıma gelmişti bir kere. Balık yerken kol kadar bir kılçık kaçmıştı boğazıma. Su pilav ya da ekmek falan halledemeyip ambulans çağırmıştık. Gün ortası olmasına rağmen yarım saatten fazla sürmüştü kılçığı çıkarabilecek donanıma sahip olup da beni kabul edecek bir hastaneyi bulmak.
Bu aralar biraz yutkunma zorluğu çekiyorum. Bir doktora göstereyim de emin olayım diye yakınınlardaki büyükçe bir devlet hastanesinesine gittim ve Hasta Kabul’deki görevli memureye hastanenin yeşil kartını takdim ettim. Daha önce de geldiğim için burada kaydım var. Hemşire hanım haşırt diye çekti benim kartı makineden, ekranda çıkan bilgileri dikkatlice okudu ve bana dönüp “siz en son hastanemize geldiğinizden bu yana bir yıldan fazla süre geçmiş, sizi dokor tavsiyesi olmadan kabul edemeyiz” dedi. 5400 Yen ödemem gerekiyormuş son bir yılda bu hastaneye gelmemiş olmanin “cezası” olarak. Ben bu süre içinde tüm sigorta primlerimi ödemişim ve hiç bir tedavi telebinde bulunmamışım falan bunlar önemli değil. Girmek istiyorsam 5400 Yen yani yaklaşık 100 Yeni TL ödemem lazım. Ondan sonra vizite ücreti ayrıca alınacak.
Yapacak bir şey yok ya o para ödenecek ya da başka bir kliniğe, muhtemelen özel bir hastaneye gidilecek. Kendime yediremiyorum parayı ödemeyi, çıkıyorum. Yarım saat kadar arandıktan sonra özel bir polikliniğe gidiyorum. Oradaki doktor şikayetimi dinledikten sonra “aç bakayım ağzını, bir AAA yap” diyor, ve boğazıma baktıktan sonra, “senin normalden dar bir boğazın var” diyor. Ben bu teşhisin anlamını anlamaya çalışırken de ekliyor “ama ben bu işin uzmanı değilim ne desem boş”.
Kendisinden bir tavsiye mektubu yazmasını rica ediyorum, uzman kadronun olduğu bir devlet hastanesine gidebilmek için. “Yazarım ama paranı da alırım” diyor. Saşkınlık kızgınlığımı bastırıyor önce, sonra tam adamın bademciklerini alacak iken ekliyor “ama istersen bizim anlaşmalı olduğumuz bir özel poliklinik var hemen büyük tam teşekküllü bir hastanenin yanında. Seni oraya göndereyim, hem bunun için para da almayız ne de olsa anlaşmalı hastanemiz” diyor. Yani nasıl olsa seni orada onlar soyacak ben de nemalanacağım onun için para istemem demek istiyor. Kabul ediyorum. Visite ücreti istemeyi ihmal etmiyorlar bu arada.
Neyseki orada bir kulak burun boğazcı var. Bir endeskop çıkarıyor- ki bu çok ince hortum gibi bir şey içinde kamera var- ve boğazımdan içeriye sarkıtıyor. Ekranda görüyorum kendi boğazımı ve yemek borumu falan. “Boşboğaz” deyimi yeni bir anlam kazanıyor kafamda. Bizim yeni doktor bakıyor benim emektar boğaza ve ilan ediyor “çok güzel bir boğazın var”! Yahu yazılıyormu bu adam bana diye düşünürken ilave ediyor “çok temiz, harika”. Sigortadan parasını talep edebileceği bir sürü ilaç yazıp beni taburcu ediyor.
Yaklaşık 4 saate geçmiş bu koşuşturmada. Zaman kaybettikten ve ajite olduktan sonra işimin başına dönüyorum. Hastaneler arası mekik dokumaktan neredeyse kondisyon çalışmasına katılmış gibi olmuşum. Ciddi bir nefes sorunum olsa ne olurdu diye düşünüyorum. Ne olacak, herhalde fenalık geçirip ambulans çağırırdım ve…..
Ne demiş Sultan Muhteşem Süleyman?- Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. Siz siz olun uzun ve sağlıklı yaşamak istiyorsanız hasta olmayın.