Osman (27 Ocak 1958-)
27 Ağustos günüydü. Eşim ve çocuğumla tatildeydim. Masmavi gökyüzünün altında zümrüt yeşili denizle buluşan kıyı boyunca araba sürüyorduk. Yolun diğer tarafında hasat vakti gelmiş altın sarısı tarlalar ve onlar ile birleşen yeşil kayın ormanları vardı. Uzaklarda dar bir karayolunun, gün batımı renklerine bezenen ekinlerin arasından kıvrılarak aştığı tepeler pitoresk kompozisyonu tamamlıyordu.
Eğer Cennet’in pek çok tanımı var ise bu manzara onlardan biri olmalıydı.
Bir mesaj düştü telefonuma. Öğleden sonra 2 gibi. Ağabeyimden. “Arıyorum düşüremiyorum. Beni bir ararmısın?” Sonuna bir de not eklemiş. “Annemleri merak etme iyiler.”
Düşüncelidir Osman. Endişelenmeyeyim diye bu notu eklemişti belli.
Arabayı durdurup telefonunu tuşladım. Her zamanki sakin ve mülayim sesini duydum. N’aber dedi, İyidir dedim. Hayrola? Sanki her gün olan olağan bir olaydan basediyormuşcasına devam etti “Bir şey yok. Annemler iyiler merak etme. Yalnız bende bir şey çıktı”
Uzaktaki karayolunda bir kamyon belirip kayboldu. İnce bir sızı saplandı mideme. Göğsümde korktuğum zamanlardaki gibi belli belirsiz deli bir rüzgar esti.
Karın boşluğunda bir sertlik gelmiş eline. Kontrole gitmiş. Bir kitle görmüşler. Bunu alalım demiş doktoru. O’da olur demiş. Operasyon hemen bitermiş, dört günde çıkarmış hastaneden. “Önemli bir şey değil ama annemler merak eder. Sen gelebilirmisin?” diye sordu.
Osman’ı bugün (11 Aralık) kaybettik. Önemsiz denilen o tümör ve ameliyatının ardından. 80 günden fazla yattı o hastanede.
54 yaşındaydı. Aramızdaki 5 yaş farkı gençlik yıllarında çok görünürdü. O delikanlı olurken ben daha çocuktum. Sonra O üniversiteli oldu. Ama Türkiye’nin en civcivli zamanında. ODTU kapanmıştı. Ortalık toz-duman içindeydi. Memur ailesiydik ama annemle babam elimizdekileri denkleştirip İngiltere’ye gönderdiler. Aston’a.
Böylece ben gençlik yıllarıma girerken Osman’ı ilk kez kaybettim.
5 yıl sonra döndüğünde ben ODTU 3. sınıfta idim galiba. Atom Enerjisi’nde işe başladı. O yıllar abi-kardeş olarak belki de ilk kez iletişim kurma şansını yakaladığımız yıllardı. Aramızdaki yaş farkı eskisi kadar engel değildi.
O Avusturya’ya Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nda görevli olarak gittiği sıralarda ben de mezun olup hayata atılmıştım. Osman geri döndükten bir iki yıl sonra ben Japonya’ya geldim.
O’ndan ikinci kez uzaklaşıyordum.
İkimiz hem profesyonel yaşantımızda hem de kişisel hayatımızda farklı yollara girdik. Ama bu gurbet aynı zamanda birbirimize de bağlamıştı bizi. Her zaman beraber değildik ama birlikte geçirdiğimiz zamanı kıymetini biliyorduk. Fırsat olduğunda hep görüştük.
Osman 3 Eylül 2012 günü tümör ameliyatı oldu. Operasyon 6.5 saat sürmüş. Ben 4 Eylül günü geldim Ankara’ya.
Bir haftaya çıkar diye bekliyorduk. Ben 24 Eylül’de Japonya’ya dönerken O hala hastahanede idi. Bu arada üç kez daha narkoz altında ameliyat oldu. Önce emboli atmasına bağlı kangren olduğu için. Sonrakiler de bağırsak ve drenlerle ilgili cerrahi problemlerden dolayı.
Bütün bu ameliyatlar yordu vücudunu. Eve çıkmasını beklerken, Eylül sonuna doğru ateşi yükselmeye başladı. Ve bu durum tam 3 hafta sürdü.
Savaşıyordu. Ama silahları elinden alınmıştı.
30 Ekim’de bir operasyon daha geçirdi. O zaman doktoru tümörün nüksettiğini görmüş.
Kötü huylu bir kanser olduğunu biliyorduk ama bu kadar hızla yeniden üremesini beklemiyorduk.
9 Kasım’da tekrar geldim Ankara’ya. Ondan sonraki üç hafta boyunca bu illete bir çare olabilir mi diye araştırdık. Hastaneden çıkardılar. Yapacak fazla bir şey yok gibiydi ama az da olsa umut vardı. Bir ilaç tedavi protokolü hazırlandı ve 1 Aralık’da uygulamaya başlandı. İlk iki gün iyi de gitti.
Ama sonrası çok hızlı bir şekilde geldi. Gittikçe ateşi şiddetlendi. Sonra şuuru kapandı. İlaçları değiştirildi. Yeni bir antibiyotik tedavisine başlandı.
Üç aydır antibiyotiklerle, serumlarla ve diğer ilaçlarla beslenen bedeni yorgun düşmüştü. Sonuçta O’nu aramızdan basit bir enfeksiyon aldı.
Arkasında 8 aylık ikiz bebeklerini, ve hala bu olaya bir anlam vermeye çalışan bizleri bırakarak.
Nasıl olabilir bu? Bu denli çok sevilen bir kişi bu kadar aniden… Kötü bir şaka gibi.
Bir şekilde atlatacağına inancım vardı. Kabullenemiyorum.
Hayatının, ektiklerini biçmeye başladığı dönemindeydi.
Çalıskandı, ağır başlıydı. Ve herşeyden öte bilgeydi. Ben ailedeki haylaz çocuktum. Ortaokul ve lisede O’nun aldığı takdirleri, aynı derslerden ikmale kalarak dengelerdim!
Osman’a hocalık etmiş olan öğretmenler beni de sınıflarında görmek isterlerdi. Ama çok kısa zamanda ne kadar farklı olduğumuz da ortaya çıkardı.
Farklıydık. Ama farklı olduğumuz kadar aynıydık. Doğanın garip bir cilvesi bu. İnsan zıttına bağlanırmış derler. Öylesine sevdim O’nu. O’da beni. Son 10 yılda her şeyimi paylaştım. Hiç kimsenin olmadığı zamanlarda bir tek O vardı.
Her zaman biliyordum. Yanımdaydı. Bir telefonluk mesafede. Bana hep emniyet duygusu aşılardı.
Her zaman oradaydın. Hep orada olmaya devam edeceksin zannediyordum.
Şimdi artık yok. Yalnızım.
Ve bu kış günü üşüyorum.
Yorumlar
Yorumlar kapatıldı.